28 Ekim 2010 Perşembe

Guti Haz. #3


Bugün Beşiktaş adına oynayan 13 futbolcu bir yana, Guti bir yana. Attığı milyon tane al da at dercesine pastan sonra bizim yeteneksiz hücum oyuncuları hiçbir şekilde bu pasları değerlendiremeyince zaman geçtikçe sen at ulan, bırak pası sen at dedim içten içe, uzatmalarda da öyle oldu. Guti'nin ilk golü açtı kilidi. Beşiktaş pek iyi yolda değil, maalesef değil. Bugün Guti olmasa Türkiye Kupası'nda olamayacaktık belki de.

Ha bir de, bugün Beşiktaş adına oynayan 13 futbolcudan ayıracağım bir kişi daha varsa o da Holosko'ydu. Ama onun için bir şeyler yazmak istemiyorum şu an, küfürle doldurmayalım blogu. Git Holosko, git. İşin yok senin burada. Birine bakıp çıkmış gibi yap, git.

25 Ekim 2010 Pazartesi

Allen Iverson


Şimdilik bir şey yazmak istemiyorum, %99.9 olsa da yazmak istemiyorum, zaten ne yazabilirim ki. Adam Allen Iverson beyler! Bok atanı oyarlar yani öyle diyim. Hadi hayırlı ols... Resmileşince de üç beş bir şey karalarım.

21 Ekim 2010 Perşembe

Hakan Arıkan


Bak Hakan, bu akşam senin yüzünden yenildik demiyorum. Ama tek bir şeyi açık ve net bir şekilde sormak istiyorum. Bu takımı daha ne kadar sikeceksin?

17 Ekim 2010 Pazar

Frank Rijkaard

Ben hiçbir yorum yapmak istemiyorum, sözü doğrudan Bülent Ortaçgil'e bırakıyorum: "Bana biraz umut ver, biraz umut ver, biraz umut veeer, ver ki yeniden başlasın..."

14 Ekim 2010 Perşembe

Hayattan Anlık Tiksindiren Şeyler #10


Karanlık bulutlar. Sabahın en güzel saatlerinde, örneğin 9'da bir uyanıyorum, etrafın cıvıl cıvıl, bulutların pırıl pırıl olmasını beklerken bir de bakıyorum kapkara bulutlar, yerler ıslanmış, evin içinde üşüyorum ve mecburi bir ışık yakma isteği duyuyorum çünkü etraf sabah olmasına rağmen karanlık. Kış geldi mnskm.

12 Ekim 2010 Salı

Aman Ne İyi


"İnönü Stadı'nın isim sponsorluğu konusunda, Kulübümüz ile Fiyapı A.Ş. arasında Perşembe günü imza töreni yapılacak.
Başkanımız Yıldırım Demirören ile Fiyapı Yönetim Kurulu Başkanı Fikret İnan'ın katılacağı imza töreni, 14 Ekim Perşembe günü saat 11.30'da BJK Nevzat Demir Tesisleri'nde yapılacaktır." -Resmi site.

Erdal Özyağcılar


Hastayım bu adamın karizmasına, oyunculuğuna, ses tonuna, sevimliliğine her şeyine. Şimdiye kadar hangi rolde izlediysem her zaman o rolün hakkını vermiştir. Şimdi de yine kanalları gezerken Show TV'de denk geldi. Yeni bir dizide rol alıyormuş. Karadağlar adı. Buradaki fragmanı gördüm. O ne sağlam duruş, o ne sağlam ses tonu, o ne sağlam bıyık altından gülüştür Erdal Özyağcılar. Büyüksün. Ama maalesef ki sanırım senin de gerçek değerini bu dünyadan göçüp gittiğinde anlayacak insanlar. Ona üzülüyorum ben.

10 Ekim 2010 Pazar

Mutluluk... #7


Dışarda hava buz gibiyken sıcacık evde, tercihen kalorifer/soba/pencere dibinde içilen sıcacık kahveyle beraber kek gibi hafif bir şeyler yemek ve televizyon izlemek. İnsanlar için yapılabilecek en iyi mutluluk kombosu. Tavsiye!

9 Ekim 2010 Cumartesi

7


Çok sağlam fotoğrafmış, paylaşmadan edemedim. Evladiyelik. Ayrıca daha büyük hali için resme tık.

7 Ekim 2010 Perşembe

Bacak Kadar


Bizimkiler NBA parkelerinde sahne almaya başladı. Hedo 8 ribaundun yanında dikkate değer bir şey yapmadı belki fakat Semih oldukça iyiydi, şut kaçırmadan attığı 13 sayıyı ve gecenin bloğu seçilen bloğunu buraya not düşelim. Tık... Ömer? Ömer de güzel bir fotoğraf vermiş.

6 Ekim 2010 Çarşamba

Hastalık

Bir kaç gündür bu haldeyim. Yüksek ateş, mide bulantısı ve istifra... Biraz iğrençleşeceğim, farkındayım ama hani derler ya su içsem yarıyor diye(eheh), tam o durumdaydım ki bugün biraz daha iyi hisseder gibi oldum kendimi.

En kötü yanı ise hiçbir şey yapmak istemiyor insanın canı, hastayken. Ne bilgisayarda takılıyorum, ne televizyon izliyorum, ne yemek yiyorum ya da yiyebiliyorum... Yapabildiğim tek ve en güzel şey uzanmak... Okuldan da uzak kaldım ki çook önemli dersleri kaçırdım bugün, üzgünüm yani.

İyileşmek için ev arkadaşlarım sağ olsunlar çok yardımcı oldular (yemek yapmak, bulaşıkları yıkamak, sıcak bir şeyler hazırlamak vb) ama anne gibi olmuyor. Annemi hiç bu kadar özlediğimi hatırlamıyorum. Şöyle bir çorba yaptıktan sonra nane-limon hazırlasaydı ne de iyi olurdu ama benim için...

4 Ekim 2010 Pazartesi

Kış


Bugün senenin ilk üşüyüşünü gerçekleştirdim, hava oldukça kapalıydı, sabah kalktığımda üşüyordum, bende bi durgunluk, bi üşengeçlik vardı falan. Kış belirtileriydi bunlar benim için. Evden zar zor çıktım ve metroya binmek için yolumda ilerledim. Metro girişinin merdivenlerinden inerken yüzüme bir anda çarpan sıcak hava ise kış belirtilerinden öte, kışın habercisiydi. 

Geçen yıl oldukça sık olurdu bu. Buz gibi havadan sonra sıcak hava genelde insana iyi gelse de ben pek sevmiyorum bu durumu. Genelde kötü oluyor yani, anlatamayacağım bir şey. Bugün de bu yıl ilk defa olunca günüm pek iyi değildi açıkçası. Havayı izledim, bulutluydu. Puslu bir hava vardı ve cıvıl cıvıl güneşli günler artık oldukça uzaktaydı bundan sonra. Ankara'nın berbat soğuğu ise hemen kapıda. Sanırım ben yazı daha çok seviyorum, yazın da kışı. Üzgünüm işte. Bugün giydiğim t-shirt nemlenmedi bile... Yazıyı da üç noktayla tamamlayarak oldukça karizmatik oldum bence. Hem yazının kapanışını yapamadığımı da çaktırmamış oldum, eheh.

Samsung E2120

Daha önceden kullandığım Sony Ericsson K790i'nin bataryasının Afyon'da öğlen 35 derece, gece 5 derece olan sıcaklığa dayanamayıp patlaması sonrası aldığım yan sanayi bataryaları her gün şarj etmem gerekiyordu. Telefonla işim olduğu günler ise 10-12 saatte şarjı bitiyordu ki bu da mükemmel bir telefondan tiksinmeme sebep olmuştu.

En sonunda canıma tak etti ve yeni bir telefon almaya karar verdim. Tabi ki bu yeni alacağım telefonun benim için en önemli özelliği şarjının uzuun süre dayanması olacaktı. Yaptığım geniş çaplı (Google'a şarjı uzun süre dayanan cep telefonu yazıp aramak) araştırma sonunda 3-4 seçeneğe indirdiğim yeni cep telefonu adaylarımdan bunu seçtim.

Samsung E2120. Ufak, özelliksiz, sıradan bir Samsung cep telefonudur kendisi. Tasarımı basit, müzik çaları özelliksiz, kamerası dijital, bluetoothu falan da yok. Öyle aman aman özellikleri yok yani. İyi yanları ise mesela tuş takımı öyle rahat ki sıkıldığım zamanlarda mesaj yazıyorum boş boş. Radyo dinlemek için kulaklığa gerek yok, aç ve çalışsın. İçindeki oyunun adını bilmiyorum ama çok eğlenceli. Derslerdeki tek eğlencem oldu aldığım günden beri. Çalar saati güzel, sesi yüksek, hoparlör ve mikrofon olması gerektiği gibi... Dediğim gibi düz telefon işte.

Şimdi de en önemli ve en güzel, ona aşık olmamı sağlayan özelliğinden bahsedeyim: Şarjının dayanıklığı. Tamı tamına 8 gün sürdü. Evet, 8 gün. Her geçen gün şaşırdım şarjının hala bitmemesine. Sonunda benim de ne zaman şarj ettiğimi unuttuğum bir telefonum var. Teşekkürler Hepsiburada, teşekkürler Samsung...

"I Still Got It!"

Kocaman hali için resme tık!
Başlık: 6x01'den.

3 Ekim 2010 Pazar

Trabzonspor 1 - 0 Beşiktaş


Takımı maç kazanırken takımını göklere çıkaran, kaybederken de itin götüne sokanlardan değilim. Schuster hakkında uzun süredir pek iyi şeyler yazmadım, yazacak gibi de durmuyorum. Hala bu takıma prestijden başka bir şey kattığını da düşünmüyorum. "Rotasyon yapmak" adı altında takımın ve kadronun her maç bambaşka oluşu da hiç hoşuma gitmiyor. Bu takımın ilk 11'i bellidir. Ne diye her maç değiştiriyor anlayamıyorum. Hele de Fenerbahçe, Trabzon gibi derbi maçlarda.

Bugün bakıyorum yıllardır Türkiye'de altından kalkamadığı derbi kalmamış, hücum hattını oldukça iyi destekleyen, savunmada kendisine verilen her türlü görevi yerine getiren, 90 dakika koşan İbrahim Üzülmez kenarda, Beşiktaş'a geldiği günden beri bekleneni bir türlü veremeyen İsmail oyunda. Şimdi bakıyorum da ne hücumda vardı bugün, ne de savunmada. Hilbert'ten zerre hazetmiyorum. Sağ bekte mecburen oynatılıyor gibi görünüyor. Ekrem'in ve Erhan'ın durumlarını tam olarak bilmediğim için o konuda bir şey demiyorum ama sağ açıkta Tabata oynamaz. Görüyoruz bunu açıkça. Keza sol açıkta da Holosko. Bugün eminim ki İsmail-Holosko ikilisinden daha iyi iş yapacak bir ikili varsa o da İsmail-İbrahim ikilisiydi. Bir de bu takımda Nobre vardı değil mi bugün? Nobre öyle bir futbolcu ki takım ileri çıkarken geri koşu yapıp top almaya çalışıyor falan. Yani forvet olmaktan çok öte. Bu takımın forveti Bobo'dur. Bunu milyonlarca Beşiktaş taraftarı ve Beşiktaş'ı izleyenler söylüyor, eminim ki Schuster de bunun farkında fakat rotasyon değil mi? Önemli şey tabi. Belediye maçında başımızı yaktı, Fener maçında da, bir de Trabzon'da yaksın ne olacak ki?

Maça olabilecek en kötü 11'le çıkıp elimize avcumuza aldıktan sonra bir de bakıyorum dakika 60 oluyor, önce doğal olarak Bobo giriyor oyuna, bakıyorum çıkana Ernst. İlginç bir seçim. Daha sonra Necip giriyor ne yapacağını anlamadığım halde, bir de bakıyorum Guti çıkıyor. Bu maçla ilgili tek umutlu olduğumuz oyuncu. Hani bir ara pas verir de birini kaleciyle karşı karşıya falan bırakır ya? Neyse, Necip'i oyuna alarak orta sahadaki bütün etkinliğimizi rakibe veriyoruz ve/fakat defansif yönümüzü güçlendiriyoruz. 1-0 yenilelim yenileceksek, 2-0 3-0 falan değil. Mantık bu sanırım. Son değişiklik hakkımızda da en azından Yusuf falan beklerken -evet Yusuf!- bir de bakıyoruz Onur Bayramoğlu giriyor. Sanırım bu seneki ilk maçıydı. Zaten pek de görünmedi ortalarda. Nitekim sanırım şutumuz bile olmadan maçı tamamladık. Schuster tahminim o ki şu an mutludur, yepyeni bir rotasyon yarattı ve denedi en azından. Beşiktaş mı? İstikrar mı? Kim takar?

Juan Pablo Pino

Keita'nın satışından sonra kolay adam geçebilen kanat oyuncusu eksiğimizi kapatmak için getirildi Pino. 23 yaşında, Kolombiyalı, 2007'den beri Monaco'da oynuyor. Bunları duyunca insan, umutlanıyor tabi ister istemez. Aslında yeteneksiz biri de değil. Hızlı, bileği kıvrak falan hamuru iyi yani.

Bu yazıyı yazmamın nedeni ise Pino'nun futbolu bilmiyor olması. En son oynanan Kardemir Karabükspor maçında, Pino'yu maç boyunca gerek saha kenarından teknik heyetten gerekse saha içinde Galatasaraylı futbolculardan en az 15 kere "Pinooooo" diye çağırdıklarını duyduk biz televizyondan maçı takip eden taraftarlar olarak. Peki niye bağrışıyor bu Galatasaraylı futbolcular, teknik heyet? Çünkü bu adam futbolun en temel kurallarından bihaber. Korner kullanılıyordur, bu herif savunmada kalmalıdır ama kalmaz. Topu alır, bir çalım atar, son çizgiye iner, berbat bir orta açar, geri dönmez. Bir şekilde ceza sahasının içine dalar, açısı dardır, penaltı noktasında bekleyen bir takım arkadaşı vardır ama kendisi pas vermeyip şut çekmeyi tercih eder. Top rakipteyken baskı yapmaz. Top bizdeyken pozisyon almayı bilmez...

Sene boyunca bu adamı bu şekilde izlersek toplu kanser vakalarıyla karşılaşılır, tıp dünyası da bu olanlara bir açıklama getiremez. Son olarak duygularımıza tercüman olan Mustafa Sarp'ı dinliyoruz.

Unknown #2

Koskocaman hali için resme tık!

2 Ekim 2010 Cumartesi

Hay Ben Böyle Şansın!


Bugün saat 16:50 civarı Bilyoner'e girdim, hesabımda kalan son 3 TL'nin de gazına gelerek gözüme 3 maç kestirdim. Maçlar 17:00 maçlarıydı. Yani oynadım oynadım, oynayamazsam kaldı o maçlar. İlk olarak Manchester United - Sunderland maçını gözüme kestirdim ki, maçın berabere biteceğini düşünüyordum, İddaa da Sunderland'e 1 handikap verince Sunderland'e vermek farz oldu. Maç da aynen düşündüğüm skorla bitti. Oranı 3.75.

İkinci maç ise Tottenham - Aston Villa. İlk yarı berabere biter dedim ve 45+2'de Tottenham'dan gelen golle ilk yarı 1-1 bitti. Oranı 1.95.

Son maç olarak da Fenerbahçe - Gençlerbirliği maçını seçtim üst dedim, aynen öyle de oldu. Oranı 1.45. Şimdi noldu, 2 liralık oynadığım düşünülürse 21 lira. Baktım ki 3 maç için gayet iyi. "Devam" dedim. Kuponu onaylamak için. Bir de baktım ki saat 17:00:22. Eğer Bilyoner o maçlarla ilgili bahisleri tam saatinde kapatıyorsa 23 saniyeyle 21 liradan oldum demektir bu. Öğrenci adam için havadan gelen her para büyük paradır diye düşünülürse, bu benim için büyük bir hüzün kaynağı. Ayrıca futboldan kazanacağım ilk para da olacaktı. Olmadı, kısmet değilmiş diyeceğim şimdi ama diyemiyorum. Hay ben böyle şansın!

Uzun Saç

Evet, gerçekten zor. Saç, kafadan çıkıyor. Kesmezsen uzuyor bu meret. Ama şımarık biraz, özen göstermezsen bela oluyor. Böyle ellerini saçının içine geçiriyorsun çıkmıyor ya da çıkarken bir yığın saçla birlikte çıkıyor.

Duşa giriyorsun mesela saçta temizlenmemiş yerler kalıyor duş sonunda. Taramayı denesen her seferinde kafanın yerinden çıktığını hissedersin, bir de üstüne tarakları harap edersin. Taramazsan arap saçı olur. Duştan sonra da kuruması asır sürüyor gibi geliyor.

Ben "lüle" diye tabir edilen saç tipine sahip biriyim. Böyle saçlar sanırım güzel görünüyor, en azından ben görüntüsünü seviyorum. Sıkılınca lülelerle oynanıyor falan iyi güzel de bu saçların iradesi var. İstedi mi gayet tatlı görünüyorlar (en azından bana öyle geliyor) ama istemedi mi çalı gibi oluyorlar ki bu şekilde aynaya bile bakası gelmiyor insanın. Sergen Yalçın'la sıkıntı var yani.

Sanırım bir gün kafam atacak ve gidip saçlarımı kestirecem, umarım o gün yakın tarihte bir gün olmaz.

FIFA 11 vs. PES 2011 - First Round

Dün iki oyunu da indirip kısa bir süre oynadım. İkisini de henüz çok oynayamadığım için eminim ki çoğu detayı henüz farketmedim. Bir süre iki oyunu oynayıp, kısa bir değerlendirme yazısı yazmayı planlıyorum. Fakat şimdilik şunu söyleyeyim, ilk izlenimlerime göre Fifa bu yıl Pes'e kıyasla oldukça güzel iş çıkarmış. Bakalım...

1 Ekim 2010 Cuma

Kalabalık

"Merhaba" başlıklı yazımda üniversite ikinci sınıf öğrencisi olduğumu belirtmiştim. Şimdi biraz okulumdan bahsedeyim. Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi'nde okuyorum. Benim de okula girdiğim geçen sene YÖK sağ olsun 800 kişilik devasa bir kontenjan ayırdı ki o güne kadar en fazla 600 olmuştu bu sayı. Bunun sonucunda da normal şartlar altında 2 sınıf açan güzel okulum geçen sene 3 sınıfa ayırmak zorunda kalmıştı bu insan topluluğunu. Ancak okulun 1. sınıflar için ayırdığı 2 amfi vardı. Ben ve benimle birlikte 265 kişi koca bir lise sınıfında okuduk ilk seneyi.

İlk sene bir şekilde atlatılmıştı ama bir sonraki sene ki o bu seneye tekabül ediyor, 1. sınıflar da 800 kişi olunca büyük bir sorun baş gösterdi. Evet, 1. sınıflar yine 3'e ayrıldı ancak 2. sınıflar için yine sadece 2 tane amfi olduğu için benim de mensubu bulunduğum C sınıfı, A ve B sınıflarına dağıtıldı (koca okulda sınıf kalmadı, evet!). İşin garip olan yanı ise 1. sınıfların amfilerinin 2. sınıfların amfilerinden çook daha büyük olması. 2. sınıf amfileri taş çatlasa 300 kişi alır ama sınıf mevcudu en az 400 kişi.

Okulun da ilk haftaları olmasından kaynaklı herkes derse geliyor ki devam zorunluluğu yok, yat evinde yurdunda, ne zorumuz varsa artık. Ve sonuç olarak bütün sıraların dolduğu, dışardan sandalyelerin getirilmiş olduğu, merdivenlerinde öğrencilerin oturduğu bir sınıf tablosu çıkıyor karşımıza (yukardaki fotoğrarafı da bu durum için temsili olarak seçtim) ki bu durum hem dersi anlatmaya çalışan hoca hem de dersi dinlemeye çalışan biz öğrenciler için kabus dolu saatler anlamına geliyor.

Bu sene okula devam etmekte kararlı olan ben derse giren diğer arkadaşlarımdan şikayetçi oluyorum sanmayın, herkesin sınıfı, okulu orası. Tabi ki girip dersi dinleyecekler. Ama ya gelip uyuyorlar ya da muhabbet ediyorlar. Ben de bir dersi merdivende oturararak dinlemek zorunda kalan bir öğrenci olarak buna bir güzel uyuz oluyorum. Ve arkadaşlarımın heveslerinin geçmesini bekleyip yeniden sıralara dönmeyi umuyorum. Ve ayrıca YÖK'e; kontenjanları, okulların fiziki koşullarını dikkate almadan arttırdığı için de teşekkürlerimi iletiyorum.

Ankara'dan aktaracaklarım bu kadar, söz sende Gülgün.

Banka Kuyruğu


Nedendir bilmiyorum, ATM'den para çekmek istediğimde genelde sıra oluyor ve ben sıraya girdikten sonra o sıra duruyor. Yani en arkada kalıveriyorum. Ben sıraya girdikten sonra arkama 3-5 kişi gelse mutlu olacağım, eheh ne güzel 1 dakika önce geldim ne kadar da kardayım bak 3-5 kişi az değil diye. Ama kimse gelmiyor. Bu sefer de ulan 5 dakika daha geç gelsem de aynı sırada olacaktım diye düşünmeye başlıyorum. Dediğim gibi, hemen arkam dolsa, bak ya 1 dakika erken gelmem bana neler kazandırdı diyeceğim ama diyemiyorum, müsade etmiyorlar.

Ha bir de bu banka kuyruğu öyle bir mesele ki, diyelim ki 2 tane ATM yan yana, ben sağdakine giriyorum. Soldakine de benden 2-3 dakika sonra birisi geliyor. Kendi kendime eheh ne keriz ya, benim olduğum sıraya girse ya burası çok daha az, burda işi daha çabuk hallolur diyorum. Bir de bakıyorum ki o kişi işini benden önce hallediyor ve gidiyor. Ben bundan biraz dertliyim.