30 Eylül 2010 Perşembe

Sıcak Su


Günde 3 öğün duş alan birisi olarak sıcak suya olan sempatim çok büyük. Dün doğalgaz bittiği için 2 kere buz gibi suda yıkanmak zorunda kaldım ki, bu olay bu havalarda hayatımın en kötü dakikalarını geçirmeme sebep oldu. Yaz olsa neyse. Resmen beynimin soğuduğunu hissettim. Akşam da fırş fırş burnumu çektim durdum. Neyse ki hasta olmadım. Bugün de doğalgazı doldurttuktan sonra yeniden sıcak suyla duş aldım ki bu da hayatımın en güzel anlarından birisiydi. Üstelik oldukça da yorgundum. Yorgunluğumu da aldı. Daha n'olsun? İyi ki varsın sıcak su. Dün değerini bir kere daha anladım.

28 Eylül 2010 Salı

Cem Adrian

Ses tellerimiz var. Konuşuyoruz, şarkı söylüyoruz, bağırıyoruz, garip sesler çıkartıyoruz falan, iş görüyor yani baya. İnsanlarda ortalama bir ses teli uzunluğu vardır ve bu tellerin uzunluklarıyla doğru orantılı olarak çıkartabilidiğimiz ses de artıyormuş.
Şimdi çok anlamadığım oktav meselesine girecem, biz erkekler genelde 2., 3. ve 4. diziden ses çıkartıyormuşuz konuşurken, şarkı söylerken. Kadınlar ise genelde 5. diziyi kullanıyormuş (dediğim gibi hiiç anlamıyorum nerdeyse bu muhabbetlerden, yanlış kullanmış olabilirim bile bu terimleri).  Buraya kadar her şey tamam sanırım.
Şimdi Cem Adrian diye bir vatandaş var. Yugoslav kökenli, Edirneli bir vatandaş. Bu da konuşuyor ama öyle benim gibi sadece 2. ya da 3. diziden konuşmuyor. 8 oktav var toplamda, herif 7'sini kullanabiliyor (oha!). Amca en incesinden en kalınına kadar bütün sesleri çıkartıyor neredeyse. Bunun nedeni de normal insanların sahip olduğu (ilk başta bahsetmiştim) ses tellerinin 3 katı uzunluğunda ses tellerine sahip olması. Tabiri caizse Cem Adrian'ın ses telleri g*tüne kadar uzanıyor ki buna bağlı olarak da g*tünden ses çıkartabiliyor.
He bu adam yeni değil, ben de yeni tanışmıyorum bu tek kişilik orkestrayla ama bilmeyenler de bilmeli bence.
Yine diyebilirsiniz ki bu hacının sesi bu kadar güzel de niye biz bilmiyoruz (tabi ki bunu bilmeyenler söyler, bilen biliyordur zaten Cem Adrian'ı) diyen olursa da bunun nedeni muhtemelen Adrian'ın çok medyatik bir sima olmamasıdır derim.
Bir röportajında da;"Eğer İbrahim Tatlıses'in zamanında çıkmış olsaydım, soyadım Adrian yerine Çokses olurdu" demiş, güldürmüş, kafa dinletmiş insandır kendisi.

Hotmail


Bir kullanıcısı olarak son derece memnundum aslında Hotmail'den. Hatta hala da öyleyim ama bir sorunu var bu elektronik posta sağlayıcısının. Son zamanlarda sürekli spam gelmeye başladı. Ben bunları, hiç üşenmeden, tek tek engelleyip siliyorum. Ama Hotmail bunu uygun bulmuyor olacak ki bu spamlar gelmeye devam ediyor. Gece 02:57'den 15:18'e kadar 13 tane gelmiş mesela şimdi yine.

Kimi onu aramamı söyleyip telefon numarasını vermiş, kimi kendini ve ailesini tanıtıp onunla çalışmamı istemiş, kimi yardım istemiş, kimi -hey Allah'ım- cinsel organımın boyuna takmış, kimi ise milyonlarca Dolar ya da Euro kazandığımı söylemiş, mutlu etmiş beni...

Hotmail, bir gün başka bir elektronik posta sağlayıcısı kullanmaya başlarsam bu spamlar yüzünden olacak bilesin. Sen sebep olacaksın yani buna, sen!

Google


12 yıldır emrimize amade. Ne istesek getiriyor. Okyanusta ender bulunan balıkları buluyor gibi düşünün yani. Üstelik bunu 1 saniyeden çook daha kısa bir sürede yapıyor. Bilgisayarımızda bir dosyayı arasak 1 dakikadan fazla sürüyor ki Google'ın "okyanustaki ender" balığı 1 saniyeden daha az sürede nasıl bulabildiğine akıl sır erdiremiyorum.

Arkadaşla konuşuyorduk. Tam hatırlamıyorum ama muhabbet şöyle bir şeydi:
Arkadaş: Google, 12 yıl önce kurulmuş lan. Adamlar deli gibi kazanıyor. Zaten heriflerin bir binası var, görecen, kocaman. Bisikletlerle geziyorlar, binanın içinde ağaç var falan. Çevreciler adamlar...
Ben: Napıyorlar lan o kocaman binada. Google'ı kurdular, millet de arıyor işte daha neyine çalışıyorlar?
A: Yok olm düşünsene adamlar arama yapıyor ve istediğine en yakın sonucu saliseler içinde buluyor. Sonra yanlış yazdın mı düzeltiyor ki bunu her dilde yapıyor. Sonra adamların haritası var, dil araçları var, görselleri var, akademiği var, gmail'i var kısacası Erman Toroğlu deyimiyle "var oğlu var."
B: Tamam hmnsfm tamam, orda mı çalışıyon nedir!

Büyüksün Google, iyi ki varsın!

Türk Telekom Arena


2004 yılının Mayıs ayında Özhan Başkan Galatasaray'ımızın yeni stadının Seyrantepe'de olacağını açıklamıştı. Üzerinden tam 6 yıl 4 ay geçti ve bir sürü erteleme, soruna rağmen tamamlandı 52600 kişilik şaheserimiz. Adnan Polat "Galatasaray olarak tünelin ucundaki ışığı görüyoruz, ancak o ışık trenin ışığı mu yoksa tünelin sonu mu yakında göreceğiz." diye veciz bir şekilde açıklamıştı Avrupa Fatihi'nin durumunu. Daha sonda da söylediklerine göre Galatasaray artık tünelden çıktı. Tek büyük Galatasaray diyelim o zaman!

Evet! Yine ve yeniden ben...

27 Eylül 2010 Pazartesi

Şans/Şanssızlık


Olan bir olayın şansımız mı şanssızlığımız mı olduğu hiç belli olmuyor bazen. Mesela şöyle bir olay anlatayım. Ergen dönemlerimin başlarında ki bu da orta okul dönemime denk geliyor, Turkcell hattımda -10 kontörüm varken telefonuma "Seni Seviyorum" diye bir mesaj yazıyorum ki bu da en büyük ergen klişesidir belki de. Bu mesaj yazılır ve hiçbir muhabbetinin olmadığı sevdiceğe yollanır akabinde göt gibi kalınır falan. Neyse, ben bu mesajı yazdıktan sonra nasılsa -10 kontörüm var gitmeyecek bu mesaj diyerek sevdiceğime gönderiyorum bu mesajı. O zamanlar Turkcell -10'a kadar indiriyordu kontörü. O yüzden gitmeyecekti mesajım. Fakat tam o gün Turkcell bu kapmanyasını geliştiriyor ve -20'ye kadar inmemize izin veriyor. Dolayısıyla da benim mesajım gitmiş oluyor. Kalan kontöre bir bakıyorum -12.

Buraya kadar oldukça şanssız bir durumken ve ben tam aha sıçtık derken sevdiceği çaldırıyorum ve telefonunun kapalı olduğunu görüyorum. Kısa bir oh çekmenin ardından şansın yüzüme güldüğünü düşünüyorum. Eğer telefonunu yakın zamanda açmazsa o mesaj iptal olacak ve kendisine hiç ulaşmayacaktı. Ki öyle de oldu. O mesaj kendisine hiç gitmedi. Şans yeniden benimleydi.

Birkaç yıl sonra sevdicekle tekrar muhabbeti ilerletiyorum. Ki bu da 2-3 belki de 3-4 yıl önceye tekabül ediyor. Muhabbet eskilere geliyor. Ben deli cesaretiyle bu olayı anlatıyorum. Karşıdan gelen cevap da o zamanlar senden hep bir teklif bekliyordum oluyor. Allak bullak oluyorum.

Yani uzun lafın kısası bazı olaylar oluyor ki, en büyük şanssızlığım derken bir anda şansa dönüşüyor ve bir süre sonra yine karşınıza büyük bir şanssızlık olarak çıkabiliyor. Hayat gerçekten de sürprizlerle dolu. Ben bugün bunu gördüm...

Klişe #3


-Ben aradım kapalıydı telefonun
-Arasan mesaj gelirdi... Yalancı!

26 Eylül 2010 Pazar

Tonight is the Night


Dexter'ın 5. sezonunun başlamasına saatler kaldı. Efsane 4. sezon finalinden sonra aylarca beklemek çok zor gelmişti açıkçası, henüz diziye başlamayanlar başlasın, 5. sezonu bekleyenler de birkaç saat daha sabretsin artık. Umarım iyi bir başlangıç olur. Hadi hayırlısı... Tonight is the night!

Sözün Özü #5


It doesn't matter for us, for me. Big games are easy than the other games, unfortunately. Everytimes we have the control the games, under the control games. during the games. We have the some possibility, some big changes, some big okazyon, something like that. But what can I do sometimes? It's the fıtbıl, that's the fıtbıl. Something happened. everything is something happened. but anyway now is in the tabele. We have in this situation, now is second position and one point moreç I don't want to see the back, I want to see the front and I hope so tomorrow my teams...

25 Eylül 2010 Cumartesi

Senelerden 1983, Tarih 26 Eylül


Forza'dan Mehmet Güren Quaresma'nın yarınki doğum günüyle ilgili bir yazı yazmış ve bu yazı Quaresma'ya tercümanı aracılığıyla iletilmiş. Noktasına, virgülüne, yazım hatasına karışmadan yayınlıyorum.

Tarih 3 Ekim 2007.

Bir adam çıkıyor Şeref Beyin çimlerine, lakabı Harry Potter, Portekiz'de tozu dumana katan adam. Yer yerinden oynarken, son dakikalarda biz nefesimizi tutmuşken, o bizim nefesimizi kesiyor. Ağlara gönderiyor topu. Sergilediği muhteşem futbol bir yana efendi hareketleriyle dikkat çekiyor. Maç bitiyor o adam soyunma odasına gitmeden evvel formayı golü attığı rak,p takım taraftarına atıyor, onlara hayran kalarak tünelin karanlığında kayboluyor... Yıllar sonra Beşiktaş formasını giydiğinde ise bunu şöyle anımsıyordu; "Porto formasıyla inönü'ye çıktığım maç unutulmazdı. Çünkü deplasmandasın son anda gol atıyorsun ve bütün stad seni alkışlıyor..."

Sonra tam 3 yıl...

3 yıl boyunca Beşiktaş taraftarı onu hayranlıkla izliyor. Bu 3 yıl içerisinde o adam dünyanın en yetenekli oyuncularından biri olarak Inter'e gidiyor. Ama o duygusal genç orada mutlu olamıyor, bunalıyor, yitiyor aralarında. Haziran 2009'a geliyoruz. Biri fısıldıyor onun adını bir gece ansızın. Ve işte öyle başlıyor taraftarın ona olan yadsınamaz aşkı.

Kim önerilse istenmiyor. Kim teklif edilse istenmiyor. "O gelsin, sadece Quaresma gelsin. Başkası gelmesin." Önce şampiyonluk kutlamalarında bağrılıyor ismi, sonra 3 ay boyunca gece ve gündüz her ortamda. Ama olmuyor, o adam gelmiyor. Hayaller bir kez daha kül oluyor.

Şüphesiz dünyada bir ilk oluyor. Bir kulübün taraftarı daha önce kendi formasını hiç giymemiş olmasına rağmen bir oyuncunun gelmesi için resmen baskı yapıyor. Onun ismi geçen tezahüratlarla mesaj veriyor.

Aradan 8 ay geçiyor. Sabah kalkıyoruz gazetelere bakıyoruz. Tarih 16 nisan. Beşiktaş yönetimi Quaresma için İtalya'da! Yine o heyecan tüm yüreğimizi kaplıyor, soruyoruz "Ya bu sefer olursa?"

Uykusuz geceler, ümitler, gelmesi için edilen dualar... Tam kopma noktasına gelmişken umutlar, bir pazar günü öğlen vakti onun adı geçiyor dünya ajanslarında Beşiktaşlı olarak. İnanamıyor kimse, dünyanın en yetenekli adamlarından biri, taraftarın daha gelmeden gönül koyduğu esmer çocuk artık siyah-beyaz formayla estirecek rüzgarını.

Ve İstanbul'a basıyor ayağını hemde en şaaşalısından. İlk sözleri "Beşiktaş için kanımı bile akıtacağım" oluyor. Beşiktaş taraftarı ise biliyor ki, yapacak, ona inanıyor. Çünkü hep inanmıştı. Ve aradan geçen 4 ayda ona bu kez daha bir fazla, daha bir yürekten inanıyor.

İnönü stadına çıktığı anda gözleri parlayan, taraftarlar arasında muhteşem bir çekim olan, forması için arması için canını dişine takarak bir mücadele veren asil adam. Beşiktaş formasıyla efsane olacak, ileride torunlarımıza gözlerimiz bir noktaya dalarak anlatacağımız sihirbaz adam.

Portekiz basınına "Beşiktaş bana Inter'de kaybettiğim futbol oynama coşkusunu geri verdi" diyen adam.

"İmza törenimin olduğu gün, hayatıma damga vuran olaylardan biriydi. Ben o gün kendimi Beşiktaşlı, onlardan biri gibi hissettim.", "Bir futbolcunun isteyeceği en yüksek seviye sahaya girdiğinde tüm stadın ismini bağırmasıdır. Ben bunu Beşiktaş'ta yaşadım." diye aşkının bizler kadar olduğunu ifşa eden adam.

Fenerbahçe maçında saha kenarına geldiğinde kendisine küfreden Fenerbahçe taraftarına armasını göstererek en asil cevabı veren adam.

"Savunma yapmıyor" denilene inat, Şeref beyin çimlerinde kaptırdığı topu 70 metre kovalayan adam.

"Vikingur maçında penaltıyı kaçırdığımda başımı kaldırıp taraftara bakamadım. Ama onlar hala benim adımı bağırıyorlardı, inanamadım" diyen adam.

Ve ondan bir sonraki maçta topu ağlara gönderip taraftara borcunu ödemek için adeta yırtınan, attığı golden sonra çılgınca taraftara koşarak "güzel futbolcu golden sonra tribüne koşandır" tezini ortaya koyan, formasına sımsıkı sarılarak, öpen adam.

İnsanların hakkını veren bayram olduğunu öğrenince Ümraniye'deki personele cebinden yardım yapan, hakkı her zaman veren takımın asıl "işçi"lerinden Süreyya ile abi-kardeş kıvamında dost olan adam.

Beşiktaş bu sezonki tek yenilgisini alırken, maçın sonlarında bile depar atan, skoru değiştiremediği, takımı yenildiği için nerdeyse ağlayacak gibi bakan adam.

Kendisine sorulan soruya; "Beşiktaş taraftarı beni, ben Beşiktaş taraftarını coşturuyorum" diye cevap veren "taraftar" adam.

Beşiktaş'a imza attığın gün sen yeniden doğdun,
Ama bir tarih daha var ki; 26 Eylül 1983, o gün gözlerini açtın.

Kimsenin inanmadığı anda sana inan biz,
İnandığımız gerçek seni bizlere gösteren sen.

Oynadığın futbol bir kenara adamlığınla ruhunla bu taraftarın efsanesi olmaya aday olan sen,
Seni kalbimizdeki en güzel yerlerin birinde tahta oturtan biz!

Bundan böyle ne olursa olsun,
Sakın korkma, bu taraftar her zaman ama her zaman yanında!

Uzun lafın kısası,
Doğum günün kutlu olsun can çocuk,
Seninle gurur duyuyoruz!

İyi ki geldin,
iyi ki buradasın.
Birlikte nice yıllara...

24 Eylül 2010 Cuma

Emre Belözoğlu

21 Kasım 2009

19 Eylül 2010

İbrahim Üzülmez


Milliyet kaynaklı habere göre Beşiktaş yönetimi kendine yakışanı yapıp Delinho'muza sezon sonunda açık bir sözleşme götürecek ve oynayacağın süreyi sen belirle diyecekmiş. Aynı habere göre de İbrahim Üzülmez 4 yıl daha oynayıp futbolu 40 yaşında bırakmak istiyormuş. Oynar mı oynar valla, hatta son sene Real'e Barca'ya falan kaptırabiliriz gelişimini sürdürürse. Fakat şimdilik durum şu ki, biz bu adama takımın anahtarını versek, al İbrahim'im takım senin desek, azdır bu adam için. Sen çok yaşa İbrahim Üzülmez.

23 Eylül 2010 Perşembe

Formspring.Me


Öncelikle formspring oldukça başarılı bulduğum bir site. Formspring kısaca sizin açtığınız hesaba arkadaşlarınızın gizli bir kimlikle sorular sorduğu bir site olarak tanımlanabilir. Hani bazılarına bir şey sormak istersiniz de bir türlü cesaret edip soramazsınız ya, hah işte tam ona uygun bir site. Akıl edenleri tebrik ederim. Fakat bu sitede gelen soruları cevaplayan kişilerde genelde "ulan sormayın bana soru moru mnkym ya" havası sezmeye başladım son zamanlarda ve buna değinmek istedim. Hele bir de anonim soranlara oluşan büyük bir tepki var. Herkes anonim soranlara ters ters cevap veriyor, kendince ayar vermeye çalışıyor falan. E ulan sen değil misin millet sana gizli kimlikle soru sorsun diye bu siteden hesap açan? Ne bu ulaşılamaz insan tripleri? Hadi "benimle çıkar mısın, ben kimim, naber" tarzı sorulara verilen ters cevapları ayrı bir yere koyayım da yazıyı öyle bitireyim. Bu arada ben de buradayım. Her türlü soru cevaplanır, eheh :)

22 Eylül 2010 Çarşamba

Hayattan Anlık Tiksindiren Şeyler #9


Metronun gelmesini beklerken çevredeki bir grup gencin metro yaklaşırken elini kaldırmasına, metroyu durduruyormuş gibi yapmasına ve bunun çok komik bir şey olduğunu sanmasına tanık olmak, onları dövmek isteyip de dövememek. Birkaç saat önce oldu bu, hala mutsuzum, hayattan tiksiniyorum. O derece...

21 Eylül 2010 Salı

Home Sweet Home


Geri döndüm, 1 hafta kadar önce yazmıştım. Ankara'ya gideceğimi, yeni taşınacağım evle ilgili bir sürü iş olduğunu falan filan. 1 haftada televizyon işini, internet işini, yiyecek içecek düzenini, koltuktu yataktı mobilyaydı beyaz eşyaydı mutfak eşyalarıydı falanıydı filanıydı onları hallettik, her yeri temizleyip halı malı açtık ve ev eve benzedi. Şimdi sanırım yapacak iş kalmadı ve bu durumdan dolayı oldukça mutluyum. Geriye ufak tefek işler kaldı. Zor işlerle uğraşırken pek nete giremediğim için de pek yazma fırsatım olmamıştı fakat şimdi okuldan ve diğer işlerden arta kalan zamanlarda yeniden bloga haftada 3-5 bir şeyler karalamayı düşünüyorum. Eskisi kadar çok yazar mıyım ya da daha da mı artar yazılar hiçbir fikrim yok. Duruma göre...

Şimdilik yeniden merhaba...

13 Eylül 2010 Pazartesi

Mola


Bu akşam saat 10 buçukta Ankara'ya doğru yola çıkıyorum. Artık okulun başlamasına da 1 hafta kaldı. Bu sebepten dolayı bir süre yazı falan yazamayacağım. 1 hafta kadar yokum yani. Şimdi bu 1 haftalık süreçte Ankara'daki evde yapacak bir sürü iş var, internet bağlat, bozuk kombiyi tamir ettir, eşya al, digiturk bağlat falan filan. Off of. 1 hafta yaşamak haram bana. Görüşmek üzere...

12 Eylül 2010 Pazar

Teşekkürler


Final maçı hakkında şöyle yapsaydık böyle yapsaydık, hatalarımız şunlardı gibi şeyler yazacak kadar salak değilim. Bugün maç başlamadan önce belli olan bir şey varsa o da Amerika'nın bizden çok çok üstün olduğu ve bugün şut kaçırmadığımız sürece onları yenemeyeceğimizdi. O yüzden bu maç hakkında diyebileceğim hiçbir şey yok. Hakemlerin de ibnelik yaptığı falan yoktu. Bahane olamaz.

Şu an yazmak istediğim tek şey, 12 Dev Adam'a kısa bir teşekkür yazısı. İlk maçından son maçına kadar genelde farkla kazandıysak da bu takım bize inanılmaz heyecanlar ve inanılmaz mutluluklar tattırdı şu birkaç günde. Turnuvaya başlarken finale kadar çıkacağımız aklımın ucundan bile geçmezken, finale Yunanistan, Slovenya, Sırbistan, Fransa gibi rakipleri Sırbistan dışında eze eze yenerek geldik ve hatta final maçının birkaç dakikasında da rakip Amerika bile olsa "acaba?" dediğim bile oldu. Bunu bana düşündüren de 12 Dev Adam'dan başkası değildi. Öyle iyi bir oyunla buralara kadar geldik ki, kesinlikle hak edilmiş ve oldukça özverili bir çalışmanın eseriydi bu. Öyle bala göte geldiğimiz bir yer de değil yani.

Bize yaşattığın her şey için teşekkürler 12 Dev Adam, artık tek dileğimiz bu seviyede kalıcı olabilmek. Bunu yapabileceğimizi biliyoruz, her zaman bu potansiyele sahiptik. Yeter ki bu birlik ortamını sağlayabilelim.

Son olarak, Bogdan Tanjevic'e de geçmiş olsun diyorum, umarım en yakın zamanda sağlığına kavuşabilir. Bu takımla tatması gereken daha büyük başarılar var çünkü. Yıllarca bu takıma az emeği geçmedi.

Mutluluk... #6


TTNet'in verdiği bir hizmetten tam verim alabilmektir bazen. Genelde pek kimseye nasip olmadığından ayrıcalıklı hissettirir insanı. Bu arada bağlantım 8 mbit değil, 8 mbite kadar ibaresi olan NetLimitsiz tarife. Yani adamlar bana saniyede 100 kb veri aktarım imkanı tanısalar bile biz 8 mbit vermiyoruz, maksimum 8 mbit veriyoruz, onu da size veremiyoruz deme şansına sahip ve sanırım benim hukuki açıdan yapabileceğim hiç bir şey yok. Bu arada bir ara ayrıca Net Limitsiz tarifesi hakkında kısa bir yazı yazmayı planlıyorum.

Tarihe Tanıklık Etmek

10 Eylül 2010 Cuma

Filmsiz Fragman

 

BKM ekibinin yeni çalışması. Ya da belki eskidir belki de BKM ekibinin filmindendir bilmiyorum, ben az önce bir arkadaşımın göndermesiyle yeni gördüm. BKM ekibi "sahillerdeki günübirlik meselesini" ele almış ve ortaya harika bir çalışma çıkmış. Bazı detaylar falan oldukça komik geldi bana. Hatta "This is Kilyos" sahnesindeki çekime de kahkahayı patlattım. Tek kelimeyle harika. Sanırım sahillerdeki günübirlik meselesi, mesele olalı böyle ele alınmamıştı!..

Rounders


-Listen, here's the thing. If you can't spot the sucker in the first half hour at the table, then you are the sucker.
Türkçesi için tık.

8 Eylül 2010 Çarşamba

Türkiye 95 - 68 Slovenya


Feci şeyler oluyor, inanamıyorum cidden. Maçtan önce birisi gelse, bu maç öyle rahat geçecek ki son çeyrekte uyuyakalcaksın dese hahahaha diye gülerdim üstüne de eklerdim, demek fark yiyeceğiz diye. Helal olsun 12 Dev Adam. Sırada Sırbistan var. Böyle devam...

Türkiye - Slovenya Maç Öncesi


Basketbol Dünya Şampiyonası'nda Millilerimiz bu akşam saat 9'da şansımızın bir türlü tutmadığı Slovenya ile karşı karşıya gelecek. Öyle bir durumdayız ki, bu maçı kazanırsak ilk 4'e kalarak büyük bir başarı etmiş olacağız ve bu durumda İspanya-Sırbistan maçının kazananıyla oynayacağız -kim ABD'yi isterdi ki zaten-, kazanamazsak da en iyi ihtimalle 5. olacağız ve bütün emekler boşa gidecek, bütün büyü kaybolacak. En çok korktuğumuz şey olan sakatlık belası Fransa maçında bizi buldu fakat Kerem Tunçeri sakat olmasına rağmen bacağım kopsa oynarım demiş ki oynamalı da, ona fazlasıyla ihtiyacımız olacak bu akşam. Umarım kendisini iyi hissedebilir maç saati geldiğinde.

Bunların dışında iyi bir dış alan savunması bu maçın kilidini açar. Tahminim, sahada doğru olanları yaparız ve bu maçı bırakmayız. Umarım İstanbul seyircisi de bu maçın öneminin farkındadır zira Sloven seyircisi her an ev sahibi avantajını kendi takımına geçirebilecek nitelikte göründü geçtiğimiz maçlarda.

7 Eylül 2010 Salı

Şamar Oğlanı Gerrard


Steven Gerrard birkaç yıl önce oynanan bir Chelsea maçından önce Chelsea forması giyen bir çocuğun elini Gerrard'a uzatması üzerine sıkmak ister ve çocuk elini bir anda çekip Gerrard'a nanik yapar. Bu videoyu izlemeyen kalmamıştır tahminime göre. Gün geçmiyor ki Gerrard'ın eli bir çocuk tarafından daha havada bırakılmasın. Ne istiyor bu çocuklar Gerrard'dan anlamıyorum :) İlgili videoyu buradan izleyebilirsiniz.

Interview with the Vampire


Vampirlerle ilgili hiçbir hikayeyi veya filmi sevmem. En son olarak da geçen yıldı sanırım, yoğun ısrarlar sonucunda Twilight'ın ilk filmini izleyip bu fikrimi kesin bir şekilde perçinlemiştim. Tam anlamıyla rezil bir filmdi. Fakat vampirlerin hayatları üzerinden ölümsüzlüğün nasıl bir durum olduğunun anlatıldığı bu bu film vampirlere ve onlarla ilgili bütün hikayelere bambaşka bir bakış açısı yakalamamı sağladı ve filmin sonunda ölümsüzlükle ve vampirlerle ilgili bütün fikirlerim değişti.

Oyuncu kadrosu olarak da son zamanlarda izlediğim filmlerden en iyisine sahipti bu yapım. Brad Pitt, Tom Cruise, Antonio Banderas, Christian Slater kimi ararsanız var ve benim için en büyük sürpriz ise 12 yaşındaki küçük, sevimli kızın Kirsten Dunst olduğunu öğrenmem oldu. İnanılmaz bir şekilde iyi bir rol çıkarmış Kirsten Dunst bu filmde. Daha o yaşta böylesine ağır ve derin bir rolün hakkını oldukça iyi vermiş. Çok küçük yaşta oyunculuğa başladığını biliyordum fakat bu filmde kendisini tanıyamadım. Sadece ne sevimli velet diye geçirdim içimden ve filmin sonunda bir de baktım ki Kirsten Dunst'mış. Bir süre ağzım açık kaldı. İtiraf etmek istediğim bir nokta da bu filmde Tom Cruise'u da tanıyamamış olmam. Onun da harika oyunculuğu sonucu filmden sonra bakalım kimmiş bu dedim bir de baktım ki Tom Cruise'muş. O da kesinlikle harikaydı ve hatta filmdeki en etkileyici oyunculuk ve karaktere sahip kişiydi bence. Brad Pitt ve Antonio Banderas'a değinmiyorum bile, gerçekten bütün oyunculuklar harikaydı ve insanı bütünüyle filmin içinde hissettiriyordu.

Film başlangıçta anlatılan hikaye ile insanı içine alıyor ve filmin son sahnesine kadar da bu devam ediyor, sürükleyici, etkileyici, zaman zaman geren, zaman zaman korkutan ve içinde çok önemli mesajlar bulunduran türünün en iyilerinden bir yapım. Üstelik Twilight gibi saçma olayları ve tipleri de bünyesinde barındırmıyor. Daha n'olsun?

İsmet İnönü'nün CHP'den İhraç Edilmesi


CNN TÜRK'teki bir habere göre Niğde'de yerel bir kanal, üniversite öğrencilerine referandumla ilgili sorular soruyor ve bu öğrencilerden İsmet İnönü'nün referandumda 'evet' diyeceğini açıkladığı için CHP'den ihraç edilmiş olmasını yorumlamalarını istiyor. Öğrenciler de tabi ki kanalın bu isteğini kırmayıp bir güzel yorumluyorlar. Dünyadan ve tarihten bihaber insanlar, geleceğimizi oluşturuyor, sözde...

6 Eylül 2010 Pazartesi

Ice Age


Sid: So she picks this hair off my shoulder, and says, "If you're gonna have a second mating dance, at least pick a sloth with the same color pelt." And I go, "Whoa! She's gonna go praying mantis on me." Know what I'm saying?
Manny: Hey, if you find a mate, you should be loyal. In your case, grateful. Now get away from me.
Türkçesi için tık...

Definitely, Maybe

Yazıya nasıl başlasam bilmiyorum. Hayatımın filmi oldu bu film. Fakat maalesef iyi anlamda değil. Sırf Abigail Breslin için indirip izledim ama film öyle bir sıktı ki beni, ikinci yarısını atlaya atlaya izledim ve anladığım kadarıyla sonuyla da pek iyi bir film değildi. Dediğim gibi Abigail Breslin için indirdiğim filmin de sadece birkaç sahnesinde kendisini görebilmem benim için kötü bir sürpriz oldu. Başroldeki Ryan Reynolds da oldukça sıkıcı bir tipti zaten bu filmde. Ki bu da sanırım bana yansıdı ve film iyice çığırından çıktı.

Konu gereği 3 kadın vardı ve bu kadınları bir şekilde birbirlerine bağlamak gerektiğini düşünmüş yapımcılar ama öyle olmasaydı sanırım çok daha eğlenceli ve izlenebilir bir film olabilirdi. Böyle olunca bölümler arası çok gereksiz ve anlamsız geçişler yaşanmış. Yine konu gereği film de pek uzun olmamalıydı bence, 1 buçuk saat gibi bir süre böyle bir konuya yetebilecekken gereksiz yere film uzamış da uzamış ve 2 saati bulmuş. Filmin tek güzel yanı, dediğim gibi Abigail Breslin. Öyle tatlı, öyle sevimli ki, onu gördüğüm bütün sahnelerde filmi yüzümde salak bir sırıtışla izledim. Ama bu film? I ıh, olmamış. Maalesef çöpe...

Kaley Cuoco #2

5 Eylül 2010 Pazar

O An

Türkiye 95 - 77 Fransa

...
-Sinan'ı izlemek kadar büyük bir keyif ... YOK!
-Sinan'ın süreleri arttırılmalı.
-Kerem Tunçeri'nin sakatlığı umarım önemli değildir. Ona çok ihtiyacımız var.
-Maç bittikten sonra hala büyük bir hırsla sayı atmaya çalışan Fransız'lar umarım sadece bana itici gelmemiştir.
-Futbol takımımızın ilk yarı yaptığı hareketler hiç hoş değildi. Grup halinde boğuşan ilkokullu çocukları andırdı bana.
-İhsan Bayülken bazen maalesef çok gereksiz şeyler söylüyor. Rahatsız oluyorum.
-Ömer Onan'ın röportaj esnasında "hesap yapanlar tek tek gidiyor" cümlesi yüzyılın ayarıdır. Kayıtlara geçsin.
-Ve son olarak, ne ayak kullanıldı be!

What Women Want

It's never too late to do the right thing.
----
Bu filmi ilk defa televizyonda gördüğümde küçüktüm, sanırım 11 yaşında falandım. Konusu epey ilginç gelmişti bana, kadınların düşüncelerini okuyabilen bir adam. Oldukça ilginç bir fikir ve durum gibiydi o zamanlar. İzlemek istemiştim fakat izleyememiştim. Yıllar sonra geçen gün aklıma geldi bu film, hemen buldum, indirdim ve az önce de izledim.

Film başta oldukça klişe bir Amerikan yapımı gibi başlasa da, esas olaya girildiğinde film inanılmaz eğlenceli bir hal alıyor ve insan bu noktadan sonra tek bir noktada bile sıkılmıyor. Ta ki filmin sonuna kadar, filmin sonu beklediğim kadar iyi olmasa da, kötü de değildi. Mel Gibson yine rolünün hakkını verirken, Helen Hunt da hiç fena değildi.

Henüz izlememiş olanlara tavsiye edebileceğim bir film. Eğer bir filmi zevk almak ve iyi zaman geçirmek için izliyorsanız, kesinlikle beğenerek izleyeceğiniz bir film. Hatta 1-2 sahnede gülmekten filmi izleyemez hale geldiğinizde filmi duraklatırsanız, bana teşekkür ederek geçirebilirsiniz o vakti. :)

"Alex 10 Guti Eder"

Neden? Çünkü Aziz Yıldırım efendi öyle buyurmuş. Üstüne de eklemiş, Guti'nin neden bu kadar abartıldığını anlayamıyorum diye. Gülüp geçiyoruz. Allah akıl fikir versin Aziz Yıldırım. Ne diyebilirim ki.

4 Eylül 2010 Cumartesi

Kanal D Yeni Sezon Tanıtım Reklamı

 

Kanal D'nin yeni sezon tanıtım reklamlarını her sene çıktığında zevkle izlerim, oldukça başarılı bir iş çıkarıyorlar. Mesela geçen seneki reklamları en zevk alarak izlediğim reklamlar arasında üst sıralardadır benim için. Bu seneki reklamlarında da Kanal D kadrosunu karaoke yaparken izliyoruz.

Reklamı izlerken şöyle 1-2 küçük not aldım kendimce, Beyaz'ı maalesef oldukça itici buldum. Yıllardır göre göre bıktık sanırım biraz. M. Ali Birand ve Güneri Cıvaoğlu çıktığında insanın yüzünde bir anda gülümseme oluşuyor ki ikisi de çok sempatik görünüyor. Beren Saat çıktığındaysa bu gülümseme yerini hüzne bırakıyor bende. Sanırım bu kadını sevemeyeceğim tekrar. Ah Aşk-ı Memnu ah! Aslı Enver tatlılık sınırlarını zorlamış, seni sevmeyen ölsün. İlyas Salman'ı yeniden görmek çok güzeldi ve son olarak Okan Bayülgen, harika bir bitiş. Oldukça başaralı bir reklam olmuş, tebrik ederim Kanal D ekibini. Bol bol görürüz umarım bu tür reklamlar. YouTube ne ki diyenler buradan izleyebilir.

Sikert Evlat!

Dreams...

...live in soap bubbles.

2 Eylül 2010 Perşembe

"Türkler Uçuyo'" (!)

Az önce biten maçta Milli Takımımız Çin'i tam 47 sayı farkla 87-40 mağlup etti. Her şey iyiydi güzeldi, rakip de gününde değildi. Turnuvanın en rahat maçını oynadık fakat benim aklıma takılan birkaç nokta oldu bu maçtan sonra. Maçın en başından beri zaten büyük bir farkla öndeydik ve maç hiçbir zaman zora girmedi. İpleri de gevşetmedik maç tehlikeye girmesin diye buraya kadar sorun yok. İlk yarı 39-13 bitti, 3. çeyrek yine devam ettik bu oyuna, hadi garantiye alalım diye böyleyiz dedim, buraya kadar da sorun yok. Fakat son çeyrekte sahaya çıkmasak, hatta 12 Dev Adam reklamlarındaki küçük çocukları bile oyuna soksak maçı kazanabilecek durumdayken bile bir bakıyorum ki hayatımızın savunmasını yapıyoruz, her topu sert bi şekilde bloklamaya çalışıyoruz, rakip topu oyuna sokmaya çalışırken yarı sahada pres yapıyoruz falan. Hücumdaysa yine alley-oop'lar, hiç yapılmayacak paslar, rakibin üzerinden smaç denemeleri havada uçuşuyor. Sayı attığımızdaysa rakibin gözünün içine bakmalar, triplere girmeler, topu kafayla rakibe vermeler falan. Daha neler neler...

Açıkçası bunları hiç yakıştıramadım takımımıza. Keşke adam gibi oynayıp bu maçı 47 sayı farkla değil de ne bileyim 20 küsür sayı farkla kazansaydık da böyle olaylara girmeseydik. Çünkü bana göre büyüklük bu değildir. Rakibi de düşünmek gerekir bazen.

Ekleme:
Şimdi bir de şöyle haber sitelerine falan baktım da basın da almış başını gitmiş, şöyle yaptık böyle yaptık yazmışlar. İnanılmaz yaratıcı şekilde "Çin İşkencesi" başlıkları da atılmış bir güzel. Gerçekten de "Türkler Uçuyo'" (!).

Hayattan Anlık Tiksindiren Şeyler #8

Tıraş olmaya çalışırken tıraş köpüğünün burna kaçması. Bu olay bazen insanın karşısına el ağız yıkarken sabun köpüğünün burna kaçması olarak da çıkabilir fakat tıraş köpüğü daha yoğun olduğundan daha etkilidir ve insanın anasını ağlatır saniyeler içinde. Önce gözden yavaş yavaş yaş getirir, bu sırada yapabileceğiniz hiçbir şey de yoktur. Elinizi yıkayıp burnunuzu temizlemek istersiniz fakat bu sefer de avuçtaki tıraş köpüğüne acırsınız ve tıraş köpüğünü yüze sürme işlemine bundan sonra göz yaşları içinde devam edersiniz. Ve evet artık hayattan tiksiniyorsunuzdur.

"Ne Diyo Lan Bu?"

1 Eylül 2010 Çarşamba

"Maç Buralara Nasıl Geldi?"

Az önce biten maçı izliyordum. Uzun uğraşlar sonucu öne geçtik, farkı yavaş yavaş açtık. Bir ara 12'ye kadar çıkmıştı fark. 1, 1 buçuk dakika vardı bitime. Fark 9'du. Oh dedim. Bu arada skorun verdiği bir rahatlıkla hafiften gözlerimi kapattım ve oturduğum koltuğa yayıldım. İçim geçmiş. Birkaç saniye sonra Murat Murathanoğlu'nun sesine uyandım: "Maç buralara nasıl geldi?"

Kendi kendime ulan daha da mı attık yoksa, bilmem kaç sayı geriden gelip farka gidiyoruz onu mu söylüyor acaba diye düşünürken ekranın sol alt köşesine baktım ki bitime 30 küsür saniye kala fark 3. Hala anlayabilmiş değilim nasıl oldu. Maçı tehlikeye sokmamıza rağmen kazandık fakat basketbolda tipik Türkiye özelliklerini de son anda sahaya yansıtamadan edemedik. Güzel maç oldu. Grup liderliği garanti şimdi. Bunun yanında takımımız oldukça arzulu oynuyor, tam istediğimiz gibi. Ve hiçbir bahanemiz yok. Böyle devam 12 Dev Adam!..

Fatih Tekke Beşiktaş'ta

Robinho, Adebayor, Klose, Sercan, Grafite, Santa Cruz, Robbie Keane derken transfer sezonun son gününde 33 yaşındaki Fatih Tekke'yi aldık. Guti had Guti tamam ona lafımız yok da, bu son transferlerle iyice dedelere döndük. Son çıkan Santa Cruz ve Robbie Keane haberlerine bile canım sıkılmıştı, olmaz bunlar iş yapmaz bizde diye ama beterin beteri varmış. Yönetim yine mesajını verdi: Ben burdayım!

Kaley Cuoco

TBBT'den bahsetmişken şu kareyi koymamak olmaz. 1x09'da Penny, Howard'ın beynini düşünce gücüyle patlatmaya çalışırken... Uzun zamandır böyle bir tatlılık görmemiştim, bu seri bitmez... Ha bir de resme tıklayınca büyüyormuş, Penny daha bir tatlı oluyormuş. :)

The Big Bang Theory

Geçen yıl How I Met Your Mother'ı izlemiştim, 5. sezonu da hafta hafta takip etmiştim ve benim için en iyi ve alternatifsiz bir komedi dizisi durumundaydı. O bitince de bölüm süresi kısa ve komedi türünde dizi arayışlarım sonucunda buldum The Big Bang Theory'i -ne büyük keşif?!- indirdim ve 2-3 gündür de izliyorum.

İlk başlarda HIMYM gibi olmasa da onun yokluğunda eh işte idare eder diyebileeğim bir yapım gibi gelmişti bana, karakterleri henüz tam olarak tanıyamadığım için pek de komik gelmiyordu ve ilk bölümlerde olaylar bir sonuca bağlanmadan bitiveriyordu genelde. Arkaplan olarak da çokça Sheldon ve Leonard karakterlerinin eve giderkenki merdiven çıkışları kullanılıyordu. Bu da diziden çabukça sıkılabileceğimi düşündürtmüştü bana fakat dizi her bölümde üstüne bir şeyler katmaya başladı. Konu sıkıntısı yok, karakterler tam olarak oturdu ve olağan bir şekilde ilerliyor. Şu an 1. sezonun 15. bölümdeyim ve rahatça söyleyebilirim ki en az HIMYM kadar kaliteli bir yapım.

Dizide 5 karakter var ve şöyle bir düşündüğümde 5'i de benim için bu dizi adına 1 numaralı karakterler. Bu açıdan da dizi fark yaratıyor benim için. Mesela HIMY'da rahatça 1 Barney, 2 Lily, 3 Marshall diye sıralayabiliyorken bu dizide bir türlü bunu beceremiyorum. Sheldon'ın konuşmaları ve gülüşü, Leonard'ın bakışları, Howard'ın ses tonu, Raj'ın kadınlarla konuşamaması ve Penny'nin bakışları, mimikleri bazen o kadar komik olabiliyor ki, diziyi saatlerce izlesem de sıkılmayacakmışım gibi hissediyorum.

Özetle, bu türü seviyorsanız kaçırmayın. Kaçırırsanız büyük hata yaparsınız diyorum ve bitiriyorum. Zaten topu topu 20 dakika her bölüm ve bunu diziyi izlerken bir anda siyah ekranın gelişinden anlıyorsunuz. Daha n'olsun?

Türkiye 76 - 65 Yunanistan

Ersan, Ömer x2, Semih, Hedo, Kerem x2, Oğuz, Ender hepinize teşekkürler. Yunanistan karşısında böyle rahat bir maç beklemiyordum açıkçası, hatta galibiyet? Belki. Ama bugün öyle bir oyun oynadık ki, hem hücumda zaman zaman aksasak da oldukça iyiydik -Ersan'a özellikle teşekkürler bunun için-, hem de savunmada özellikle Spanoulis'i ve yavaş yavaş başımıza dert açmaya başlayan Schortsanitis'i oldukça iyi durdurduk ki bu da bizim maçı rahat bitirmemize sebep oldu.

Maç belki hiç kopmadı son çeyreğin son bölümüne kadar fakat kazanacağımız açıkça belliydi, oyunu daha çok isteyen, kontrol eden taraftık ve kontrolü de kaybetmemeyi başardık ki bu sebepten dolayı başımız çok yanmıştı geçmiş zamanlarda. Özellikle Kerem Tunçeri'yi izlemek benim için inanılmaz bir zevk, bugün de oyunu öyle güzel okudu ki, ne zaman hücumda tıkandıysak takıma rahat bir sayı kazandırmanın yolunu buldu.

Güzel akşamın en kötü ismi maalesef Hedo'ydu. Belki sahada boş boş durması, 2 pas yapması bile bize çok şey katıyor fakat ondan beklentimiz kesinlikle bundan fazlası. Umarım kısa süre içinde toparlar ve daha zor maçlarımızda takımımıza katkısı daha fazla olur.

Ha bu arada, bir Vassilis Spanoulis vardı n'oldu ona ya?