31 Ağustos 2010 Salı

Beyaz Forma

Forma iyi güzel, hatta harika da o beyaz formanın altına şortu siyah giymezsen bir anlamı yok. Burdan yetkili kişilere sesleniyorum. Yapmayın böyle, beyaz forma geldi diye sevindik ama böyle olacağını düşünmemiştik. Derhal siyah şort giyile.

Yıldırım Demirören için de özel mesaj geçelim, okur mokur ya: cnm frma gzl ama syh short istiorz ok? öptm cnm kib bye.

29 Ağustos 2010 Pazar

Waka Waka Amatör Versiyon

Şarkıyı Shakira'dan tam olarak 1 kere bile dinlememiş biri olarak söylüyorum ki bu kızın söyleyişine bayıldım ve defalarca izledim/dinledim. Kızın mimikleri, sesi, her şeyi büyüleyici. Bayıldım bayıldım. Kendisine burdan sesleniyorum, lütfen bir video daha, sadece bir tanecik.

Balon Sektirmek

Hayatım boyunca futbol topuyla istediğim hareketleri yapamamışımdır. Top sektirmek de buna dahil. Rekorum sanırım 13'tür ki o da mucize eseri. Genelde ortalamam 4-5'tir. Mahalle maçlarında, okuldaki maçlarda falan genelde Serdar Özkan olarak anılırdım. Büyük beklentiler olan, topu ayağına aldığında sanki bir şey yapacakmış gibi yapan fakat yapamayan... O yüzdendir ki balon gördüğümde futbol topuyla yapamadıklarımı balonla yapardım, bir nevi içimde uktedir yani o. Ben de kendimi bu şekilde rahatlatırdım hep eskiden. Balonla 100 sektirip sanki gerçek futbol topuyla bunu yapmış gibi gururlanırdım, sevinirdim falan. Bu konuda da kendimi tek sanardım fakat değilmişim. Umut Sarıkaya'nın bu karikatürünü görünce de çok şaşırdım bu yüzden. Ben burada balon sektiredurayım, kendisi bir kere daha hislerimize tercüman olmuş. Helal olsun.

28 Ağustos 2010 Cumartesi

Sertab Erener - Rengarenk

Bu kadın bu şarkıda "gözzüm karraa kalmadı yarrraa oldum rengarengarenk" derken bir tek ben mi huylanıyorum?

27 Ağustos 2010 Cuma

Evet, Bunu da Yaptım!

Gece uyurken parmağını kırabilen biriyim ben artık. Tüm alkışlar bana. Nasıl deli uyuyorsam artık. Uyandığımda sol el baş parmağımda baya bir acı vardı, bir süre bekledim üstüne yatmışımdır geçer falan diye, ama geçmek bir yana gittikçe artınca acısı, en sonunda hastaneye gittim ve dönüşüm alçıyla oldu. Bu yaz günü çekilecek dert değil. Br yandan da ekran klavyesine de muhtaç kaldım ki o da bambaşka bir dert. İki saatte bir cümle yazabiliyorum. Dışardan gelince doğal olarak bir de duş alayım dedim ki aman aman o da ayrı bir dert, giyinemiyorsun, soyunamıyorsun, tek elini kullanamıyorsun falan.

Kolumun alçıda kalcağı 10-15 günlük süre zarfında dışarıya pek çıkmayacağımdan ve yazı yazmam zor olacağından gece gündüz dizi-film izlemeyi planlıyorum. Benim için harika bir fırsat. Yine gelir arada yazarım buraya. Ama kısa bir süre yazılarda azalış olabilir. O konuda bir şey söylemiyorum. Sonuçta şu yazıyı yazarken neler çektim bir bilseniz...

26 Ağustos 2010 Perşembe

HJK Helsinki 0 - 4 Beşiktaş

Quaresma sağolsun maçı 15. dakikada bitirince, bu maç hakkında yazılacak pek bir şey de kalmadı. Yine inanılmaz bir gol attı. Helal olsun. Bu takımın çehresini değiştirdi ve şimdi de kötü transfer, oynamaz, yatmaya geldicilere kapakları birer birer takıyor. Umarım hep böyle devam eder, bir sakatlık falan da gelmez başına.

Q7 maçı erkenden bitirince, oyunu bıraktık biz de. 2. yarıya kadar pek önemli bir şey olduğunu hatırlamıyorum. İkinci yarı rakip baskılı oynamaya başlayınca hele durun yeğenler ne bu heyecan dercesine kontrolü ele aldık ki geçtiğimiz senelerde yapmakta en çok zorlandığımız şeylerden birisi buydu. En zayıf rakip karşısında bile kontrolü rakibe verdiğimiz oluyordu. Kontrolü ele aldıktan sonra Guti baktı kimseye attıramıyor, atan yok, bari ben atayım dedi ve Beşiktaş'taki ilk resmi golünü attı ki bugün özellikle ilk yarıda pek ortalıklarda yoktu, bu attığı gol onun için de iyi oldu. Sonra da maç koptu zaten, Necip Avrupa'daki ilk resmi golünü, maç biterken de Holosko da kapanış golünü attı. Birkaç önemli Helsinki atağını da hem şansımızla hem de kapı gibi Cenk'imizle savuşturduk ve atlattık bu maçı da.

Nitekim güzel maçtı. Böyle maçlar kazanmayalı çok olmuştu. Teşekkürler Quaresma, Guti. Bu takıma neler kattığınız ortada.

Terlemeyen İnsan

İtiraf ediyorum ki bu dünyada sanırım en çok kıskandığım insansın terlemeyen insan. Şu an içinde bulunduğumuz yaz sıcaklarını bir kenara bıraktım, ben kışın bile birazcık yürüdüğümde sırtım ter içinde kalırken, sen bu sıcak havalarda bile kolay kolay terlemiyorsun ya, işte ben seni çok kıskanıyorum. Bunu böyle bilesin.

Klişe #2

-Abi açlık değil susuzluk mahvediyo insanı yeaaa.

25 Ağustos 2010 Çarşamba

PES 2011

Türkçe olarak geliyormuş. Ama heyecana gerek yok, spiker yine İngilizce. Arayüz falan Türkçe olacakmış. Büyük gelişme doğrusu. Bundan sonra Master League, Become a Legend falan da bizler için daha rahat oynanabilen modlar olacak. Umarım oyunun orjinal satışları artar da bu tür Türkçe oyunları daha sık görürüz, en azından PES serisinin devamını. Hatta uslu bir çocuk olursak ve orjinal oyun alırsak PES 2012 Türkçe spikerle bile gelebilir diyorlar ama bilemedim bak şimdi onu. Hadi hayırlı olsun, tam emin olmamakla beraber oyunun çıkış tarihi 6 Ekim.

24 Ağustos 2010 Salı

Mehmet Aurelio

Başkan'dan kavruk istedik adam yanlış anladı Aurelio'yu aldı getirdi. Hayırlı olsun Beşiktaş'ımıza. Fenerbahçe'de oynamış olması falan umrumda değil. Ya da Ricardinho vakası. Hem Trabzon'da hem Fenerbahçe'de beğenerek izlediğim bir isimdi. Bizim de fazlasıyla ihtiyacımız olan bir bölgede oynuyor kendisi. Real Betis günleri nasıl geçti bilmiyorum ama Türk olduğu ve Fink'e de yol verildiği düşünülünce oldukça doğru transfer. Tebrik ederim yönetimi. Artık Ernst - Necip dışında 3. bir alternatifimiz oldu böylece.

Hayattan Anlık Tiksindiren Şeyler #7

Uyuyakalmak... Uyandıktan sonra hiçbir şey artık eskisi gibi değildir. Bi kere mutlaka berbat bir pozisyonda uyuyakalmışsınızdır, uyandığınızda her tarafınız ağrır. TV'de bir şey falan izliyorsanız o bitmiş olur. Olabilecek en kötü saatte uyanırsınız, tekrar uyuyayım deseniz uyuyamazsınız uykunuz kaçmıştır. Kalkıp oturayım bari bir şeyler yapayım deseniz artık sizin isteminiz dışında oluşan bu durumdan dolayı keyfiniz yoktur. Uzar gider... Ve evet, şu an huysuz huysuz etrafa bakınıyorum. Nolmuş yani?

22 Ağustos 2010 Pazar

Ice Age Serisi

Geçenlerde 3 günde 3 filmini izleyip bitirmiştim seriyi, blog için de uzun uzun bir şeyler yazmayı planlıyordum fakat bir türlü zaman bulup yazamamıştım. Şimdi o aklımdan geçenleri özet geçeyim, hem siz mutlu olun hem ben mutlu olayım. İzleyin bu seriyi! Ne olursa olsun izleyin. Animasyon sevmem falan demeyin. Ben de pek sevmem, o yüzden de bugüne kadar serinin hiçbir filmini izlememiştim ama ne büyük hata yaptığımı gördüm.

Çok komik olmadıkça gülmem pek filmlerde, fakat bu seride bazı yerlerde filmi durdurup kahkaha ata ata güldüğümü hatırlıyorum. Ve tabi bunu borçlu olduğum ve izlediğim animasyonlar, hatta belki tüm filmler arasında en komik karakter olan Sid için bile izlenebilir bu seri sadece. Yanında Diego'su, Manny'si, Ellie'si de bal kadayıf. Hadi bakalım, şimdi tıpış tıpış Buz Devri'ne!..

Matias Delgado / 10 Numara

Elveda kaptan. Bu takımda bir türlü istenilen seviyeye ulaşamadın belki ama biliyoruz ki bu hiçbir zaman senin suçun değildi. Bu taraftar seni hep iyi hatırlayacak. Keşke vedalaşmamız yuhalanışınla olmasaydı. Umarım BAE'de aradığını bulursun.

Bu arada 10 numaralı forman da boşa çıkmış durumda, biz Robinho gelir doldurur o formayı diyoruz ama umarım Bursa'dan gelecek olan gol haberine dönmez. Hadi hayırlısı.

Hayattan Anlık Tiksindiren Şeyler #6

Altına ne yazacağımı bilemedim. Justin BieBer :) mi desem? Justin Bieber'in kendisi mi desem? Justin Bieber hayranı kızın bu türden bir şey hazırlaması mı desem, yoksa bu resmi facebookta arkadaşlarına sunması mı desem bilemedim. Kelimeler kifayetsiz. Mutsuzum şu an, hayattan tiksindim. Akıl, fikir.

Beşiktaş 0 - 2 İ.B.B.

Bu maç Schuster'in takıma kazandırdığı ilk mağlubiyet olarak geçsin tarihe. Bugün ne yaptı, aklından geçen neydi bilemiyorum. Sahaya öyle bir 11 çıkardı ki oyuncuları sahaya kafamda yerleştiremedim. Zaten anladığım kadarıyla Schuster de yerleştirmemiş. Çıkın oynayın demiş. Artık rakibi küçümsemesinden kaynaklı mı, yoksa bu maçı hazırlık maçı mı sandı bilemiyorum fakat inanılmaz hataları vardı bugün Schuster'in. Oku burayı Schuster, sana iki çift lafım var!

Öncelikle Sayın Schuster, Bobo'yu 18'e almamak nedir? O mu fazla geldi? Senin elindeki tek becerikli, gol atabilen forvet Bobo'ya bugün 18'de dahi yer açamadın. En sonunda da denize düşen yılana sarılır mantığıyla Nobre'yi oyuna aldın. Maçı izlerken kim nerde oynuyor bir türlü anlayamadım. Holosko Nihat Hilbert sağ kanadı kullandı. Savunmada bir ara Deli İbo stoper oynadı, Ferrari bir ara orta saha oynadı, forvetimiz yoktu falan filan. Olması istenen forvetimiz de sanırım Holosko ve Nihat'tı fakat nedense olmadılar.

Nihat demişken kendisine ayrı bir paragraf açmak istiyorum. Bu adam duran top kullanmasın. Mümkünse yanına bile yaklaşmasın. Zaten frikiklerde topun barajın tam ortasına çarpıp geri döneceğini bildiğimizden heyecan bile yapmıyoruz. Bari kornerlerde falan heyecanlandırmasın bizi. Quaresma, Delgado gibi adamlar varken bırakın onlar kullansın. Ayrıca Nihat'a bu sezonki en önemli transfer falan demiştim sezon öncesi. Onu da unutun. Nihat bildiğimiz Nihat. Beşiktaş'ın çocuğu falan ama olmuyor böyle.

Gelelim tekrar Schuster'e, bugün savunma hattını neredeyse orta sahaya kurduğu için rakip sık sık ara paslarla gol aradı. Cenk Gönen de bu tür pozisyonlarda tehlikeyi önleyebilmek için sık sık kalesini terk etmek zorunda kaldı. Genç kaleci, bu tür pozisyonları okuması zordur. 1 olmadıysa 2 olmadıysa 3.de hata yapacaktır ve yaptı da. Biz ekran başında bunu farketmişken ve deliye dönmüşken sen bunu göremedin mi Schuster?

Ayrıca bir de Delgado dökülürken ve oyunu açabilmek için yaratıcı oyuncuya ihtiyacımız varken neden Guti 70 dakika kenarda bekletilir onu anlayamadım ben. Ha dersen Guti yorgun, eyvallah derim. O zaman al Necip'i oyuna. En azından defansif anlamda rahatlat takımı. Nihat, Holosko ve Hilbert konusunda ise kendisine bir şey demiyorum. Eli mahkumdu, yapacak bir şeyi yoktu. Bobo mu vardı ki onu düşünsün bu isimlerden birinin yerine?

Son paragrafı da İbrahim Üzülmez için açmak istedim, bu adamı 36 yaşında hala oyununun üstüne bir şeyler katarken, deli gibi ordan oraya koşarken görüyorum ya işte en çok o zaman seviniyorum. Adam bu yaşından sonra Quaresma'dan bir şeyler öğrenmiş çalım atmaya, sağ ayağıyla orta açmaya başladı. Helal olsun İbo!

21 Ağustos 2010 Cumartesi

Klişe

Az önce okey oynuyorumdum Facebook'ta. Bağlantı koptu. Tabi oyun bölündü. O an kendi kendime "ulan ne de güzel eldi bak gitti görüyo musun" dedim. Sonra farkettim ki ne klişe cümle kurmuşum ben yarabbim! O oyun bir şekilde her bölündüğünde zaten birisi çıkar der elim süperdi, açıyordum tam falan diye. Bu sefer o kişi ben olmuştum. O klişeye ben düşmüştüm.

Benim için efsanedir, bir keresinde iki okeyim var elimde. Oyun bölündü, karşı taraf "okeye dönüyordum yahu" yazdı. Hala aklımdan çıkmıyor. İki okey de bendeydi deyince kendisinden bir daha ses çıkmamıştı. Okeye dönmek demişken, tabi bununla ilgili klişeler de bitmez. Okeye dönen bir kişi vardır, karşı taraf açar elini. Okeye dönüyordumlar başlar bu sefer, son elimdi, açacaktım falan filan. E aç, engel olan mı var? Açamadıysan da konuşma yani.

Yani demem o ki, düşmeyin böyle klişelere. Bir keresinde de oyun bölündüğünde heheyt elim de berbattı zaten ne iyi oldu oyunun bölünmesi deyin. Emin olun ki bir ilki başaracaksınız ve buna bağlı olarak arkadaşlarınızın arasındaki popülariteniz inanılmaz bir hızla artacak. Kolay değil sonuçta ilk olmak.

Evcilik Oyunu #2

Önceden yazmıştım bu programla ilgili bir yazı, ne idüğü belirsiz bir yarışma falan diye. Hala da öyle benim için. Formatını anlayabilmiş değilim. Az önce kanalları gezerken denk geldi yine. Sanırım yarışmacılar değişmiş. Yarışmacılardan birisi de Mehmet Ali Erbil'in de programlarından birinde bir ara hostes olan Eda. -Eda demişken, bu kız ilk nerde çıkmıştı hatırlayamadım bak şimdi.-

Bu kızın bu tür programlarla işinin olmayacağı açık. Hatta televizyonla işinin olmayacağı da. Zaten Mehmet Ali Erbil de kendisini dalga konusu yapmıştı baya. Yani fiziği sayesinde/yüzünden buralara kadar geldi. Sırf insanları eğlendirsin diye. Kimbilir bu yarışma için de ne kadar para verdiler de kız da kabul etti katılmayı. İnsanlarının duygularının, eksik yanlarının reyting için kullanılması rezaleti devam ediyor.Eminim ki bu kız bu yarışmanın sonunda mutsuz ve yine hüsrana uğramış bir şekilde ayrılacak bu ekranlardan. Ve tabi bunun sonunda kazanan Show TV olacak. O programa katılan insan mı? Kimin umrunda?

20 Ağustos 2010 Cuma

Sevgili Dastın Hofmın,

Boas Vindas Robinho*

*Hoşgeldin Robinho

Undisputed III: Redemption

Klişe senaryo, kötü oyunculuk, kötü çekimler, vasat ve abartılı dövüş sahneleri. Filmden aklımda kalanlar bunlar. Uri Boyka adındaki karakterimiz hapishanededir ve özgürlüğünü elde edebilmek için mahkumların dövüştürüldüğü bir turnuvaya katılıp kazanan olması gerekmektedir. Tabiki bu tür filmlerin hepsinde olduğu gibi sağlığı tam olarak yerinde değildir, turnuvayı düzenleyenler de bahislerden parayı kırabilmek için kazananı kafalarında planlamışlardır falan filan kısacası başroldeki karakter sadece rakipleriyle değil sağlık sorunlarıyla ve turnuvayı düzenleyenlerle de savaşmak zorundadır. Finalde de başroldeki karakter önce sağlam bir dayak yer, geçmişini hatırlar falan. Ardından ayağa kalkar. Ona karşı olan herkes bir anda onu desteklemeye başlar ve sonunda kazanan tabiki de başrol oyuncumuzdur. Burdan sonra zorluklar devam eder ve tabiki de ona özgürlüğünü vermezler. Öldürmek isterler fakat yine tabiki de beceremezler. Yani anlatmak istediğim şu ki, filmi izlerken bütün bunları önceden bilebiliyorsunuz. Dedim ya, klişelerle dolu her bir sahnesi. O yüzden izleyici bir türlü filmde aradığı heyecanı bulamıyor.

Ha bir de filmle ilgili dikkatimi çeken bir şey de sanırsınız ki dövüşler resmi bir ortamda yapılıyor. Bu tür dövüşler benim bildiğim daha doğrusu gördüğüm kadarıyla kasvetli ve karanlık ortamlarda olur fakat film bunu da izleyiciye hiçbir şekilde aktaramıyor. Dolayısıyla izleyici de bir türlü kendini filme veremiyor.

Eğer bir gün bu film karşınıza çıkarsa, ya da bir arkadaşınız izle çok süper film falan derse, tavsiyem koşarak uzaklaşın o ortamdan. Aradığınız film kesinlikle bu değil.

19 Ağustos 2010 Perşembe

Alex Galatasaray'da

Haha, kim yaptıysa helal olsun. Tebrik ederim kendisini burdan. Blogun takipçileri bilir, Beşiktaş'lıyım Fenerbahçe'li falan değil ama ben bile çok beğendim. Altyazılar falan cuk oturmuş, hani bazen rakip takımın oyuncusuna sürekli laf ederiz fakat takımımıza gelmesini de o kadar çok isteriz ki, işte tam o duruma uygun bir video olmuş bu.

Robson de Souza Robinho #2

Birkaç gün önce artık netleşsin durumu demiştim, o gece ortalık fena halde karıştı. %90 Beşiktaş'ta artık. İsteyen gülebilir, haha nasıl da inanıyor salak diye. Ortada çok büyük dedikodular var. Menajeri de İstanbul'daymış zaten. Neyse, mesele o değil, taraftar resmen Robinho için çıldırıyor. Ben de onlardan biriyim, fakat durum biraz farklı. Ben gelmesin diye çıldıranlardanım. Hem ihtiyacımız olan tarz bir oyuncu olmadığını düşündüğümden hem de yüksek maliyetinden dolayı. Kendisi bonservisi ve alacaklarıyla beraber 60 milyon euro'lara kadar malolacak gibi duruyor bize. Nasıl vereceğiz bu parayı bilmiyorum. Demirören almaya çalışacağı kredi için Fulya'yı ipotek göstermeyi falan düşünüyormuş. E oha!

Bize bu adam fazla. Açık söylüyorum bu yükün altından kalkamayız. Gelmesin şu adam. Bu kadar paraya kimleri alırız. Bırakın. Gidin mis gibi Adebayor'u falan alın, bakın görün daha faydalı olacak, hem takım için hem de cebimiz için. Zaten biraz araştırma yapsanız şu söylenen paralardan sonra Robinho'yu isteyenlerin sayısının istemeyenlerin sayısından artık daha az olduğunu göreceksiniz. Allah sonumuzu hayır etsin...

Fidelity

Şarkıyı ilk defa az önce bir arkadaşımın göndermesiyle dinledim. İnanılmaz güzel bir müziği var. Dinlerken resmen eğleniyorum, kafamı müziğe göre sallıyorum, tempo tutuyorum falan. Bazı yerlerde de Regina Spektor kelimeleri de öyle güzel bir şekilde arka arkaya söylüyor ki, insan arka arkaya dinlemeden edemiyor. Sanırım 4 ya da 5 oldu, devam da ediyorum. Dinleyin, dinlettirin. Yazıyı bitirirken de yine sözlerini de yazalım tam olsun..
---
I never loved nobody fully
Always one foot on the ground
And by protecting my heart truly
I got lost in the sounds
I hear in my mind
All these voices
I hear in my mind all these words
I hear in my mind all this music

And it breaks my heart
And it breaks my heart
And it breaks my heart
It breaks my heart

And suppose I never ever met you
Suppose we never fell in love
Suppose I never ever let you kiss me so sweet and so soft
Suppose I never ever saw you
Suppose we never ever called
Suppose I kept on singing love songs just to break my own fall
Just to break my fall
Just to break my fall
Break my fall
Break my fall

All my friends say that of course its gonna get better
Gonna get better
Better better better better
Better better better

I never love nobody fully
Always one foot on the ground
And by protecting by heart truly
I got lost
In the sounds
I hear in my mind
All these voices
I hear in my mind all these words
I hear in my mind
All this music
And it breaks my heart
It breaks my heart

I hear in my mind all of these voices
I hear in my mind all of these words
I hear in my mind all of this music

Breaks my
Heart
Breaks my heart

18 Ağustos 2010 Çarşamba

Hayattan Anlık Tiksindiren Şeyler #5

Evde tek olunan bir anda kapağı bir türlü açılmayan kola şişesidir. Yardım isteyecek olsan yardım isteyecek kimsen yoktur, el kızarır pütür pütür olur. Şu an yaşıyorum bütün hepsini bunları ve mutsuzum resmen şu an. Ve evet, bu postun hemen 2 dakika önce yazdığım postla ilgisi çok büyük.

Mutluluk... #5

Gecenin bi saati acıkmaya başladığım bir an hiç beklenmedik bir yerden açılmamış bir paket bisküvinin çıkmasıdır mutluluk bu gece benim için. Daha da ötesi olamaz!..

17 Ağustos 2010 Salı

Nostalji #5

Beşiktaş 3 - 0 Barcelona, 19.09.2000

Hala arada bir açıp izliyorum özetini. İnanılmaz bir gündü. Bir türlü unutamıyorum. Yıl 2000. Daha 10 yaşındaydım, Barcelona o zamanlar gözümde yenilmezdi. Hiç kimse yenemez herhalde bunları derdim. Fakat 19 Eylül 2000 gecesi İnönü'de her şey değişecekti benim için. Barcelona yenilebilirdi artık, hatta şöyle söyleyeyim Beşiktaş Barcelona'yı bile yenebilirdi, hem de öyle şansıyla değil, eze eze. Farkı kaçıra kaçıra. 

O gece İnönü'de Barcelona adına ek bir parça bile kalmadı geriye. Net skor, 3-0. Belki de 4-5 rahatlıkla olabilecekken üstelik, Nihat'ın direkten dönen topu, Nouma'nın başarısız aşırtma girişimi, Marcus Münch'ün kaleciyle karşı karşıya kaçırdığı top falan. 

Şimdi Guti, Quaresma, Robinho, Adebayor falan denince aklıma yeniden büyük maçları oynayıp kazanabilir miyiz sorusu geliyor. Liverpool'a 8-0 yenildiğimiz kadronun üzerine sanırım baya bir şeyler ekledik. Umarım yıllar sonra hala izlemekten sıkılmayacağımız maçlar çıkartabiliriz bu sene. Umutlar büyük, çok büyük...

16 Ağustos 2010 Pazartesi

Robson de Souza Robinho

Gelir mi gelmez mi, gelirse kime gelir, neler yapar bilmem. Şu an kendisiyle ilgili bildiğim tek bir şey var. Artık bu adamla ilgili çıkan haberleri okumaktan, resimlerini görmekten tiksindim. Ne olacaksa bir an önce olsun da hepimiz rahatlayalım.

Tomas Zapotocny

Video geçen sezonun ilk yarısının kapanış maçına ait. Tomas Zapotocny 89. dakikada golü atıyor ve Bursaspor Beşiktaş'ı 3-2 yeniyor. Ama bu golle yenilmiş olmamız değil mesele. Bu golün ardından gelen abartılı sevinç gösterisi. Videoda tamamı yok fakat hatırladığım kadarıyla o gol sonrası deparın devamı da vardı. Nedense bir türlü unutamıyorum ve sanırım bu konuda tekim. Belki de bu yüzden sevmiyorum bu adamı...

15 Ağustos 2010 Pazar

Var mısın Yok musun ve Doyumsuzluk

Öncelikle Var mısın Yok musun'a da, Var mısın Yok musun sonrası Acun Ilıcalı'ya da kıl olduğumu belirteyim. Dün maç saatini beklerken kanalları gezerken denk geldi. Tablo dikkatimi çekince izleyeyim bakalım dedim. Bir adam yarışıyor, karısı hamile. 4 kutu kalmış. 2 adet 500.000 TL, 1 adet 250.000 TL ve bir de 50 TL kalmış son 4'e. Muazzam bir tablo tabi. Gelen teklif 260.000 TL, bir süre sonra yeni teklif geliyor 290.000 TL. Adeta al da git ulan diyor yarışmacıya Hamdi Bey.

Şimdi burda biraz düşünelim. 290.000 cepte. Geriye kaldı mı aç gözümüzü doyurmak için 210.000 TL. Son 4'te 2 kutu açtırdıktan sorna yeni teklif gelecek, sona 2 500 veya 500 ve 250 bırakmadıkça 290'ın üstüne çıkmak imkansız. Yani 50 TL'yi bulup açamadığın sürece yarışmacının daha fazla para alma ihtimalin çok çok düşük bir ihtimal. Ama adam 290 yetmez bana diyor ve devam ediyor.

Teklifi reddettikten sonra gerçekten içten bir şekilde dua ettim. Umarım oldukça düşük bir rakam alır diye. Ki öyle de oldu. Önce 250'yi, sonra da 500'ü açtırdı. Kaldı 500 ve 50. Teklif de şimdi net hatırlayamıyorum 105 ya da 108 geldi. Kabul etti tabi mecburen. Neredeyse aldığı paranın 2 katını daha alabilecekken kaybetti. İyi de oldu. Hatta ben kutusuna gitse bir de kutusundan 50 TL çıksın istemiştim ama olmadı.

Bazen aç gözlü olmamak, olanla yetinmek gerekir. Hem de bu olan her türlü ihtiyacımıza cevap verebilecekse. Sonuçta mezara kadar götürmeyeceğiz bu parayı. Şimdi umarım düşünüyordur ben 290.000'le neler yapmazdım ki diye.

Bucaspor 0 - 1 Beşiktaş

...ve sonunda başladık. Beklediğim futbolu bugün sahada göremesem de bunu hala tam olarak hazır olmamamıza ve İzmir'in sıcağına bağlıyorum. Zaten genelde lige galibiyetle başlayamayan bir takımın taraftarı olduğumuz için bu galibiyet bize fazla bile. Ciddiyim bu konuda. Maçta çok fazla pozisyon bulduğumuz söylenemez. Hatta gol pozisyonunda Guti'nin enfes pasına rağmen o topun gol olması da oldukça zordu fakat Bobo öyle bir vurdu ki hala nasıl gol olduğunu anlayabilmiş değilim. Yine Guti'yi değinmek istiyorum, bu adam gerçekten bu sezon çok iş yapar. Geriden hiç alışkın olmadığımız türden inanılmaz paslar atıyor. Bugün yine yönetmen koltuğundaydı ve harika işlere imza attı.

Maçı bir şekilde kazandık, bu konuda pek konuşmak istemiyorum. Dediğim gibi inanılmaz diye tanımlayabileceğim bir oyun yoktu ortada. Arada bir yıldızlarımız maça heyecan getirdi ki bu da beklenen bir şeydi. Yıldızı olan takım olmanın avantajlarını kullanmaya başladık artık. Bunu görmek oldukça güzel. Benim esas değinmek istediğim nokta Bucaspor oyuncularının bugün yaptığı çirkeflikler ve hakemlerin buna kayıtsız kalmalarıydı. Bugün Bucaspor maçı 10 kişi tamamladıysa takım olarak buna şükretmeliler. Olacak iş değil yahu. Adamlar ciddi ciddi futbol oynamaya değil güreşmeye gelmişler. Bugünkü gerilimli maçın sebebi Bucaspor futbolcularıydı şüphesiz. Hele ki bir pozisyonda Guti'yi ceza sahasına girerken indirmeleri ve hakemin devam kararı olacak iş değildi. Rezaletti adeta. Daha büyük bir rezalet ise kornerleri nedense yerinden kullanmamalarıydı ki o konuda kendilerine diyecek hiçbir şey bulamıyorum.

Tekrar Beşiktaş'a geçecek olursak, sahada bugün bizleri büyüleyen birisi daha varsa bu kesinlikle Necip'ti. İnanılmaz bir oyun ortaya koyuyor ve biz şanslı Beşiktaş taraftarları onu hayranlıkla izliyoruz. Bu çocuk umarım bugünkü Bucaspor futbolcuları gibi kasaplara denk gelmez ve yıllarca Beşiktaş'a hizmete eder. Çünkü kendisinde inanılmaz bir potansiyel var ve eminim ki bu çocuk büyük bir şanssızlık yaşamazsa yıllar sonra da Beşiktaş'lı Necip olarak anılacak.

Bir de kısaca Erhan'a değinelim son söze girmeden önce. Erhan inanılmaz mücadeleci bir oyuncu, sürekli koşuyor çabalıyor fakat sanırım bizim istediğimiz türden bir oyuncu değil. Bugün de ileri çokça çıktı fakat maalesef tek bir doğru hareketini göremedik. İlerde bir gün Quaresma da "eeh yeter ulan sana pas mas yok s.kerim ha" diye çemkirirse işler karışır, suçlu da Quaresma olur. Aman diyim. Felaketi erken önlemek lazım. Geçen yılki Ekrem'e bile razıyım hatta Erhan hep böyle olacaksa.

Son söz olarak, bugünkü galibiyet hala bizim için pek bir anlam ifade etmiyor. Hala forvet transferine ihtiyacımız var. Schuster de sanırım hala takımı tanıyamamış ki Nobre'den bir şeyler bekliyor. O da zamanla düzelir diyelim artık. Galatasaray'ın kaybbetiği haftada galibiyet almak güzeldi, haftaya devamını da bekleriz.

14 Ağustos 2010 Cumartesi

Let the Game Begin

1 buçuk saat sonra başlıyoruz, mutlaka iyi bir başlangıç yapmamız gerekiyor. Hem rüzgarı arkamıza almak açısından hem de olası kötü bir başlangıçta medya başlayacaktır hemen atıp tutmaya, yıldız almak yetmiyor, takım ruhu nerde bilmem ne falan filan. O yüzden hadi kartallar, almadan gelmeyin şu maçı.

Nostalji #4

Küçük İbo
Başlı başına nostalji kendisi, altına pek bir şey yazmaya gerek yok ki zaten kendisiyle ilgili yazcak pek bir şeyler de hatırlamıyorum. Bi hatırlatayım dedim. Şimdi nerde ne yapıyor acaba? Bir de Küçük Onur vardı ama o pek küçük değildi, adı küçüktü sadece.

Lyndsy Fonseca

tıkla-büyüt
Az önce Kick-Ass'i izlerken denk geldi, film boyunca hayranlıkla izledim. Yok böyle bir güzellik. Filmden sonra IMDB'den önceden oynadığı, yapım aşamasında olan başka filmi falan var mı diye bakayım dedim bir de baktım ki How I Met Your Mother'da Ted'in kızı olarak dizinin ilk birkaç saniyesinde görünen kız da buymuş, ilginçtir onu da araştırmıştım aynı şekilde. Bu filmdeyse hiç tanıdık bile gelmedi, sanki büyümüş, güzelleşmiş.

Kick-Ass

I can't fly. But I can kick your ass.

İlk başta konusunu okuduğumda gözüme 2 saatimi geçirip sonradan unutacağım basit bir film gibi görünmüştü Kick-Ass. Tarzı komedi gibiydi ve genelde komedi filmleri öyle uzunca süre insanın aklında kalmaz. Unutulur gider. Şimdi biri gelip sorsa izlediğin en iyi komedi filmi hangisiydi diye, kalırım öyle cevap veremem. Fakat bu film komedinin yanında aksiyonu ve diğer unsurları (oyunculuk, karakterler, hikaye falan filan) öyle bir şekilde vermişti ki film bittiğinde ilk baştaki düşüncelerimden utandım. 

Kendine Kick-Ass diyen denyonun yaptıkları arada bir izleyenin sinirini fena halde bozsa da sırf Chloe Moretz (Hit-Girl) ve Nicolas Cage (Bid Daddy) için bile izlenebilecek başarılı bir film olmuş. Ve tabi bir de Lyndsy Fonseca vardı ki o da Chloe Moretz gibi filmin bile önüne geçti benim için. O ne güzellikti öyle Allah'ım? 

Son olarak, Hit-Girl'den evime acilen bir tane istiyorum. Yerim ulan ben öyle kızı. Takibimde artık haberi olsun, eheh.

13 Ağustos 2010 Cuma

Nostalji #3

Yeni Alınan Ayakkabı

Mağaza mağaza dolaşıp sonunda alınan yeni ve duruma göre pahalı bir ayakkabının ardından babalarımız genelde "bizim zamanımızda babamız alırdı ayakkabımızı, bizim haberimiz bile olmazdı, mutlu olur giyerdik, hatta baş ucumuza koyardık geceleri" derdi. Ya da şöyle söyliyeyim sizinki der miydi bilmem ama benimki derdi. Şimdi yazacağım yazı da bizim zamanımızın yeni alınan ayakkabı anılarıdır. Tahminim o ki bizim çocuklarımız da bunları duyacak bizden.

Geçen gün yeni bir ayakkabı siparişi verince aklımda canlanıverdi birden anılar. Nedendir bilinmez yeni alınan ayakkabı dışarıya bir süre giyilmezdi. Evin içinde giyilirdi. Önce bi hevesimizi alırdık. Hatırlıyorum da uyumadan uyumaya ayakkabımı çıkardığım olurdu evin içinde. Böyle otururdum, sağdan bakardım, soldan bakardım. Aman Allah'ım ne güzel ayakkabı yahu! Annem derdi çıkar artık şu ayakkabıyı ayağından, hiç umursamazdım bile. Hatta annem evde giymeme izin vermez diye dışarda ayakkabıyı denerken falan çok yürümezdim. Ayakkabının altı kirlenmesin maksat, eheh.

Ayakkabıyı evde giydik bir süre. Hevesimizi aldık. O ayakkabı artık dışarıya açılmaya hazırdır. Ayakkabıyı evin içinde giydik (buraya dikkat, ayakkabı evin içinde giyilecek önce, dışarda değil) ve normal bir şekilde dışarı çıktık. İçimizde garip bir his. Ayakkabı gıcır gıcır yürüyoruz yolda. Bu noktada ayakkabının tabanına bakma ihtiyacı oluşurdu bende. Bi bakardım altı ne kadar kirlenmiş, az mı kirlenmiş çok mu kirlenmiş. Napıcaksam artık altını. Çocukluk işte.

Ayakkabının altının kirlenmesini bile istemeyen bir insan üstünün kirlenmesi durumunda ne yapar? Tabiki de dakika başı temizler. Ben genelde çaktırmadan peçeteyle falan silerdim fakat bazı arkadaşlarım iki parmak (işaret ve orta) yardımıyla yalaya yalaya temizlerdi. Hep garipsemişimdir onları zaten. Önce parmak yalanır, ayakkabı temizlenir buraya kadar sıkıntı yok. Sonra hala ayakkabının kirli olan yerleri görülünce tekrar yalanır o parmak. Ulan bu ne iğrençlik ya bak yine aklıma geldi! Neyse, bu yapılan rutin temizlik de bi süre sürer ta ki o ayakkabının hayırlanışına kadar. Bir grup arkadaş oo hayırlı olsun hehehe der ve güle güle büyük bir zevk içinde o ayakkabıya basar ve sizin içinizde de kıyametler kopar. Ulannn naptın sen diyip üstüne atlayasınız gelir o kişinin fakat tabi yapamazsınız. Eheheh der salakça gülersiniz. Hani çok umrunuzda değilmiş yani.

Ayakkabılardan konu açılmışken, yukarda resimdeki gibi ışıklı ayakkabılar olurdu. Çabucak pilleri biterdi. Piller zayıflayınca taban yere sert bi şekilde vurulurdu ışık yansın diye. Az topuk çürütmedim ben o ışığı yakacağım diye ya. Bir de bu ışıkları apartmanda şov amaçlı kullananlar vardı tabi, mesela ben. Beklerdim apartmanın ışığı sönsün de şu ışıkları bi güzel yakayım diye. Ama o ışık nedense bir türlü sönmezdi. Söndü mü de biri yakıverirdi hemen. Işık sönse de yakayım diye bekliyor gibi. Ayakkabının pili bittiğinde ise tabi o ışık söndü mü karanlıkta kalırsın, ışığı yakan tek bir Allah'ın kulu bile çıkmaz. 

Kural gibiydi bunlar. Hepimiz yaşamışızdır. Siz yaşamadıysanız da ben yaşadım ve sanırım ilerde çocuklarıma ben de bunları anlatacağım. Onlar bizden habersiz internetten falan ayakkabı seçip beğensin istediği kadar. Asla yeni alınan ayakkabının evde ilk giyilmesinin verdiği zevki yaşamayacaklar ve biliyorum ki bu anlattıklarımın onlar için bir anlamı olmayacak. Ama olsun, bunlar da bizim çocukluğumuzdu işte, insan unutabilir mi?

Kalecilik Zor Zanaat Azizim

Şimdi de kaleciliğe merak saldım. Oldukça zevkli ve zor bir oyun. Level 4'ü geçemedim henüz açıkçası. Oldukça sert ve falsolu gelmeye başlıyor toplar bir bakıyorsunuz ters köşedesiniz. Rüştü Reçber gibi gol yedikten sonra hakeme el kaldırmakla yetiniyorsunuz. Tavsiyemdir, oynayın gayet güzel yapmışlar. Top bazen elinizin arasından kaçıyor, bazen bir anda ters köşede buluyorsunuz kendinizi, bazen içeriye tokatlıyorsunuz falan. Şimdi kalecileri daha iyi anlamaya başladım. Kalecilik zor zanaat azizim.

Saba Tümer ve Zuhal Topal'lı ŞenPiliç Reklamı

İlginçtir Saba Tümer'i acayip seviyorum. Hiç araştırmadığım için seven mi çok sevmeyen mi çok bilemeyeceğim fakat tahminim o ki sevmeyeni çoktur meşhur kahkahalarından dolayı. Doğaldır itici gelebilir bir şey diyemem. Ama bana garip gelen ben bu kadını kahkahalarına rağmen değil kahkahaları sebebiyle seviyorum. O güldükçe ben de gülüyorum. Çok sempatik geliyor yahu. Ha bir itiraf olarak da Zuhal Topal ile beraber oynadığı ŞenPiliç reklamını da ayıla bayıla baya sırıta sırıta izliyorum, eheh. Tık.

12 Ağustos 2010 Perşembe

Mutluluk... #4

...yaz günleri soğuk, kış günleriyse sıcak bir duşun ardından uykuya dalmaktadır mesela bazen de.

11 Ağustos 2010 Çarşamba

12 Angry Men

İzleyeli birkaç gün oldu, şimdi yazma fırsatı bulabildim. 1 buçuk saatlik bir film, tek bir mekanda geçiyor. Topu topu da 12 oyuncusu var zaten. 12 Kızgın Adam işte. Einstein'ın önyargıları parçalamak atomu parçalamaktan bile daha zordur sözünün filme bürünmüş şekli. 

Film oldukça akıcı ilerleyen bir hikayeye sahip. Hikaye dediysem de hikaye basit zaten. Babasını öldürdüğünden şüphelenilen bir gencin hayatı 12 kişilik bir jürinin alacağı karara bağlıdır. Suçlu ya da suçsuz. Jüride 11 kişi genci suçlu bulurken 1 kişi suçsuz olduğunu düşünmektedir. Tabi bu 11 kişinin kararının arkasında da sürü psikolojisi, önyargı gibi bir çok etken vardır. Bu 1 kişi diğer 11 kişiyi etkilemek ve kararından döndürmeye çalışmaktadır.

İzlenmesi gereken filmler listemde oldukça yukarılara eklenmiş durumda 1957 yapımı bu şahane film. Zaten IMDB'de de 8. sırada 8.9/10 puanla. Sırf Henry Fonda ve Lee J. Cobb gibi iki zıt karakter için bile izlenebilir. Yazıyı da filmden yine şahane bir replikle bitirelim de tam olsun.
---
Juror 10: Bright? He's a common ignorant slob. He don't even speak good English.
Juror 11: "Doesn't" even speak good english.

"Lıkır Lıkır İç İtoğlu İt"

Ramazan geldiğine göre artık bu tür muhabbetler de başlar, şöyle yaparsak oruç bozulur mu böyle yaparsak bozulur mu falan filan. Alın Yiğit Özgür'den herkese toplu cevap. Yarın öbür gün de zaten gündüz kuşağı programlarında falan başlar Zekeriya Beyaz'lı programlar. Her yıl aynı şey ulan. Ha bir de unutmadan, Zaytung da tabi bu meseleyi ele almayı ihmal etmedi:
"Ramazanın gelmesiyle beraber neyin orucu bozup bozmadığı konulu programlar yayın ihalesini Zekeriya Beyaz-Esra Ceyhan ortaklığı kazandı..."

Küçük Sırlar #2

Daha önce bu tür dizilerdeki oyuncu seçimleriyle ilgili bir yazı yazmıştım. Bu dizide de farkettim ki dizide anne kızı canlandıran Ebru Akel ve İpek Karapınar arasındaki yaş farkı 8. İlginç bir durum tabi.

Ramazan Ayı

Hoş geldin beybi. Ya da ben miyim hoş gelen?

Mutluluk... #3

...evde buzdolabında bekleyen yarım karpuzdur bazen.

Hönk!

Sabri Sarıoğlu görünümlü İbrahim Üzülmez. Hayır hayır Türkiye buna henüz hazır değil, lütfen...

10 Ağustos 2010 Salı

Son 8.5 Saat

Resmi sitedeki geri sayım devam ediyor. Artık 8 buçuk saatten kısa bir süre var 10 Ağustos saat 10'a. Herkes artık yeni transferi bekliyor. Robinho'nun İstanbul'da olduğu hatta Çırağan'da check-in yaptırdığı dedikodularından tut forza adminine İbrahimovic ve Robinho içerikli bir index hazırla emrine kadar türlü türlü söylentiler var.

Elde şu an Robinho + İbrahimovic (oha, imkansız), Robinho, Adebayor, Carew, Altidore gibi 5 farklı alternatif var. Ama eğer bunlardan hiçbiri olmaz da aha yeni formaları satışa çıkardık her şey bunun içindi derseniz çok fena üzerim sizi yönetim. Haberiniz olsun. Sadece ben üzmem, bütün taraftar üzer altından kalkamazsınız. Son bir kere uyarayım dedim. Şimdi hadi gidin de eğer hala almadıysanız bir yıldız alın da kendinizi kurtarın.

9 Ağustos 2010 Pazartesi

Sözün Özü #3

Sahaya çıkarken Henry afedersin tükürüğüyle balon yapıyor. Ben de böyle baktım. Dedim, sen dedim rahatsız mısın oğlum dedim böyle hani böyle adam da bana bakıyor hani bir an önce böyle hani bunları bir yenelim de gönderelim 2-3 atarız bunlara...

Efsane!

Budur işte. Yıllardır taraftar bu formayı bekliyordu. Efsane olmuş. Siyah ulan işte! İlk başta düz siyah çıkacak sanmıştım fakat beyaz çizgiler de o kadar güzel bir görüntü katıyor ki, insan hayran olmadan edemiyor. Dün adeta takımı değil formaları izledim. 3 formanın 3ü de alınmalı bu sezon. Sadece bu kadar diyorum.

Hahahahaha

Şu resmi görünce dakikalarca salak gibi güldüm. Hiç dikkat etmemiştim Tom Hanks'in ismindeki bu duruma. Yazılan yazı da fotoğrafa "cuk" oturmuş. Hahahahahah.

Villarreal 2 - 2 Beşiktaş (6-5)

Bu sezonki ilk ciddi rakibimizle karşılaştığımıza göre artık ciddi bir değerlendirme yapabiliriz sanırım. Öncelikle maçtan kendime göre çıkardığım notlarla şöyle bir başlangıç yapayım:

-Beşiktaş Q7 ve Guti'nin gelişiyle beraber kötü oynasa da bireysel yetenekleriyle her an bir şeyler yapabilecek bir takımdır artık.
-Q7 transferinin ne kadar doğru ve takıma faydalı olduğunu zaten görmüştük önceki maçlarda, bugün de öyleydi. Attığı gol de sevindiriciydi yine. Bugün de Guti'yi izledik ilk defa ve onun da takıma cuk oturan bir transfer olduğunu gördük tabi. Orta saha artık emin ellerde, bugün harika paslarıyla büyüledi beni adeta. Top ayağında olmasa bile takımı yönetebilen bir adam. O çıktıktan sonra da zaten 2 gol yedik mis gibi.
-Seri penaltı atışları olursa Ekrem Dağ ilk 5 penaltıdan birini atmalıdır ki telafi şansı olabilsin.
-Nihat geçen sezona göre oldukça iyi, faydalı oynuyor. Sevindirici. Büyük transfer Beşiktaş için.
-Cenk Gönen sen neymişsin be abi? Umarım bu resital tek maçlık değildir. Gençsin güzelsin önümüzdeki senelerde içimiz rahat sayende.
-Ersan da bugünkü oyunuyla güven verdi. Şans verilirse oldukça iyi iş yapabilecek birisi.
-Matteo Ferrari kendisini göndermek isteyen yönetime adeta nanik yaptı bu maç kusursuz oynayarak.
-Hilbert'in icabına bir şekilde bakılmalı. Tesislere bile alınmamalı. Hiçbir şekilde umut vaad etmiyor.
-Bir gün olur da Bobo sakatlanırsa sıçtığımızın resmidir.jpg o yüzden kesinlikle forvet transferi şart.
-İbrahim Üzülmez'in futbolu hala bırakmayışının sebebi kesinlikle İsmail Köybaşı'dır. İbrahim Üzülmez'in acilen İsmail'e el atması, ayar çekmesi gerekiyor.

Maçtan aklıma gelen notlar şimdilik böyle. İkinci yarıya başlarken yapılan değişiklikler sonucun habercisiydi zaten. Hemen yanıbaşımda oturan babama daha santra yapılmadan kaybettik demiştim ki öyle oldu.

-Ekrem Dağ (alternatifi yok maalesef, Erhan belki)
-Uğur İnceman
-İsmail Köybaşı
-Roberto Hilbert
-ve tabi ki Mert Nobre bu takımda hiçbir şekilde yeri olmayan futbolcular. Bu adamlar oyunda olduğunda içim daralıyor ki bugün bir ara bu 5li aynı anda sahadaydı. İçim karardı resmen.

Şimdilik aklıma gelenler bunlar son bir ideal 11 ile yazıyı bitirelim.


Bak nasıl içim ferahladı...

8 Ağustos 2010 Pazar

"Alıntı" #2

"Sen bana bakma, ben senin baktığın yönde olurum." -Özdemir Asaf