17 Temmuz 2010 Cumartesi

Babam ve Oğlum

Sadık: İyi akşamlar baba
Hüseyin: Ne akşamı senin saatten haberin yok herhalde. Sabah 6.
Sadık: Afedersin ters bir zaman oldu.
Hüseyin: Sadık senin her işlerin, her zamanların ters.
Sadık: Baba ne olur kavga etmeyelim, bunu çok yaptık zamanında hiçbir şey olmuyor, hiçbir şey değişmiyor, bunu sen de gördün, konuşmamız gereken şeyler var.
Sadık: Sigara?
Hüseyin: İçmem, degiştirince öksürtüyor
Sadık: Baba buraya niye geldiğimi bilmiyorsunuz, aslında bir nedeni de olmamalıydı çıkıp gelmeliydim ama olmadı... Ben... Adım sadık, abiminki salim.
Hüseyin: E ne olmuş benimki de Hüseyin Allah Allah.
Sadık: Neden bu isimleri koydun bize baba? Bu kadar mı korktun taa en başından beri bizden? Bu kadar mı yön vermek istedin hayatımıza, bize, ben kendi yolumu bulmak isteyince ha!
Hüseyin: Senin yol dediğin... Biz seni ziraat okuyasın diye gönderdik İstanbul'a anarşik olasın diye değil!
Sadık: Hah, tam da ben bunu diyordum işte baba. Beni okumaya gönderdin dimi Ziraat Fakültesi'ne başka tercih yok okuyup mühendis olacaksın, çiftliğin başına geçeceksin burda kalıp Birgül'le evleneceksin! Hayatımı, okulumu, her şeyimi sen seçtin. Ben bundan nefret ettim biliyor musun baba!
Hüseyin: Bencilsin diyon bana öyle mi? Birgül dedin ya, sen gittikten sonra o kızın hali nice oldu bunu hiç düşündün mü? Kaç yıl durmadı kızın gözyaşı senden ötürü... Bana bencil diyene bak get işine.
Sadık: Bana gittin diyorsun baba ama ben gitmedim, gidemedim, kalamadım evim nerde bilemedim; çünkü aklımın bir tarafında bir köşesinde hep sen vardın, seninle bu... bu olmamışlık, bu küslük... İnsanın dönebileceği bir evinin olmaması ne demek biliyor musun baba? Elimi neye attıysam kurudu. Karım öldü. Bir zamanlar aynı yola baş koyduğum arkadaşlarım reklam şirketlerinde, iktidar borozanı çalan gazetelerde acıyıp bana iş verdiler. Köpeğe kemik atar gibi... Kendilerini temizlemek, ruhlarını temize çıkarmak için... Dur! Konu bu değildi. Ben başka bişey diyordum. Hah tamam. Ev diyordum. Baba buraya niye geldim biliyor musun! Deniz'e bir oda ver, onu yanına al, burada büyüsün, bir evi olsun, gidecek başka hiçbir yeri yok.
Hüseyin: Yaa, gördün mü evlat ne demek, zor geldi demi, bakamıyon demi çocuğa, gördün mü evlat ne demek?
Sadık: Gördüm baba, görmem mi hiç, peki sen hiç bir çocuğun büyüyeceğini görememek ne demek bunu bildin mi? Hiç bilir misin bu duyguyu. Hayat devam edecek, birileri yeni kitaplar yazacak okuyamayacaksın, yeni filmler çekilecek izleyemeyeceksin, sevdiğin bir şarkıyı bir daha dinlemek isterken dinleyemeyeceksin... Bunlara kolay alışır insan; ama onu büyürken izleyememek, yanında olamamak, ilk kız arkadaşını göremeyecek olmak...
Sadık: Baba! Yüreğim yangın yeri gibi biliyor musun? Gözü arkada kalmak böyle birşey galiba... Kaç gündür onu itmek istiyorum bana sarılınca, beni sevmesin diye kaç gündür uğraşıyorum ama yapamıyorum... Onun hayatında yutkunamadığı bir yumru olacağım için de kendimden nefret ediyorum! Ona bir oda ver baba, bir evi olsun, ama zaman zaman da çıkıp gidebileceği bir ev... Ona söylemek istediğim o kadar çok şey var ki... Sen söyle ona baba... Ona de ki... ... ...
Hüseyin: Sadık... Sadık!.. Sadık evladım sadık kendine gel...Sakine! Sakineee!!! Nerdesiniz ya. düştü düştü birden yere düştü. dayan. Ben geliyorum. Oğlum Sadık!...

Hiç yorum yok: